MUŞ:

Muş’un Tarihi


Tarih Öncesi Dönem
Muş’un ilk çağ tarihi Urartu’larla başlar, ne var ki Muşun dahil olduğu Doğu Anadolu’nun yüksek düzlüklerindeki M.Ö. II.bin’e ait yerleşmeleri, henüz yeterince gün ışığına çıkarılamadığından, Urartu’ların atalarının kimler olduğu kesin olarak bilinmemektedir.
Doğu Anadolu’nun bilinmeyenlerle dolu karanlık tarihi dönemleri,Asur kaynakları ve kitabeleriyle bir ölçüde aydınlanmıştır. İlk çiviyazılı kaynaklar Asur Kralı 1. Salmanassar (M.Ö.1274-1245) dönemine aittir. Asur kaynaklarına göre Doğu Anadolu’nun dağlık yörelerinde Nairi Konfederasyonu adı altında birbirinden bağımsız küçük beylikler vardı. Asurluların baskısı altında yaşayan bu beylikler 1. Salmanassar’dan önceki Asur Kralının ölümünü fırsat bilerek ayaklandılar. 1. Salmanassar bu başkaldırıyı bastırmak amacıyla Urartu topraklarına girdi. Asur’luların Urartu-Nairi ayaklanmalarına karşı giriştiği saldırılar aralıklarla 400 yıl kadar sürdü.
Urartu’ların tarih sahnesine çıkışları M.Ö. XIII. Yy,a rastlamakla birlikte devlet olarak teşkilatlanmaları MÖ. IX. YY.’ dadır. Önceleri dağınık  bir konfederasyon durumunda  olan Urartu’lar Asur Kralı III. Salmanassar’ın çağdaşı olan ilk Urartu Kralı Aramu (MÖ.850-840) dan sonra birleşik bir krallık durumuna geldiler.
Urartu devletinin gerçek kurucusu Aramu’dan sonra kral olan I. Sarduri (MÖ.840-830) dir. Kral İşpuini dönemi (MÖ.830-810) Urartuların büyük Bayındırlık işlerine giriştikleri, Menuas dönemi (MÖ. 810-786) Urartu devletinin Ön Asya’nın en güçlü devleti durumuna geldiği ve devletin egemenlik alanının genişlediği dönemdir. MÖ. VIII. YY. ortalarında , Urartu Devletinin egemenliği tüm Doğu Anadolu Bölgesine yayıldı. 1. Argişti (MÖ. 786-764) den sonra yerine geçen oğlu II. Sarduri’nin dönemi (MÖ. 764-735) Urartu Devletinin zirvesi sayılmaktadır. Muş Varto’ nun Kayalıdere mevkiinde 1965’ te yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Urartu kalesi bu Kralın dönemine aittir.Muş-Kalesi
Urartu Devletinin  bundan sonraki tarihi Asurlular, Kimmerler ve İskitlerin bitmez tükenmez saldırılarıyla sürdü, Urartu Devleti, MÖ. 585’te İskid akınları sonunda yıkıldı.
Muş’un Urartu Devleti için önemi krallığın batı yolunun önemli bir merkezi durumunda olmasından  geliyordu. Başkent Tuşpa’dan batıya giden yol Malazgirt Ovasını geçtikten sonra Murat ırmağı vadisi boyunca Varto’nun güneyinden Muş Ovasına varıyor. Buradan batıya yöneliyor, Bingöl üstünden Elazığ-Malatya yolu ile de Orta Anadolu ve Kuzey Suriye’ye uzanıyordu.
Muş’un ilk çağ tarihinde Urartular’ı Medler takip etti. Günümüz İran Azerbaycan’ında yaşamakta olan Medler, Asur Devleti’ni ortadan kaldırdıktan (MÖ 609) sonra Muş Ovası’na yöneldiler. Medler, Kimmer- İskit saldırılarından yorgun düşen Urartu Devleti’ni,tarih sahnesinden silmekte zorlukla karşılaşmadılar. Ne var ki, Medler’in Doğu Anadolu’daki hakimiyetleri fazla uzun sürmedi. Persler, Med ordusunu yenerek (M.Ö. 550) bu devleti ortadan kaldırdılar.
Persler’in Doğu Anadolu’daki hakimiyetleri yaklaşık 200 yüzyıl kadar sürdü. Persler, I.Dareios zamanında güçlerinin zirvesine çıktılar. Muş ve çevresi Pers hakimiyetinde Babil Büyük Satraplığı içinde yer aldı Pers döneminin en önemli gelişmesi, İmparator II. Artakserkses’e karşı baş kaldıran küçük kardeşi Kiros’un, savaşı kaybetmesi ve “Onbinler” diye anılan yenik ordusuyla ünlü Anabasis yürüyüşünü gerçekleştirmesidir. (MÖ 401) “Onbinler” Aras ve Kelkit vadilerine doğru çekilirken Bingöl ile Muş arasındaki alanları geçmişlerdir. Bu ordunun  çekilişini yöneten Yunanlı komutan ve tarihçi Ksenofon, Muş ve çevre yaylalarında yaşayan halkın oymak hayatı sürdürdüğünü, ordusuna buğday, arpa, sebze, et ve binek atı sağladığını anlatır.
Muş ve çevresi, uzun yüzyıllar Romalıların, Partların  ve Ermeni derebeylerinin hakimiyet mücadelelerine sahne oldu. Doğu Anadolu’nun bu bölgesi adı geçen devletler arasında sık, sık el değiştirmesine rağmen, bu mücadelelerden üstün çıkan taraf Partlar oldu, Roma İmparatorluğu’nun  üstünlüğü hiçbir zaman kalıcı olmadı. Partlar’la Romalılar arasındaki bitmez tükenmez savaşların sonuncusu 215-216’da gerçekleşti. Roma İmparatoru Macrinus, Nisibis, (bugürkü Nusaybin)’i bırakarak geri çekilince, Güney Doğu Anadolu’dan Fırat’ın batısına kadar olan Roma hakimiyeti sona erdi (217).
Pars ve Pers kökenli Sasani hanedanından gelen  I. Ardeşir’in   İran’da kurduğu Sasaniler Devleti (MS 226), Doğu Anadolu’nun tarihinde yeni bir güç olarak ortaya çıktı. Sasaniler, çok kısa bir süre içinde hakimiyet alanlarını genişleterek Roma İmparatorluğunun en büyük rakipleri oldular. Geçmiş Yüzyıllardaki Roma Part mücadeleleri  yerini artık Roma- Sasani mücadelelerine bırakmıştı.
Sasani’lerin hakimiyeti yaklaşık 400 yıl sürdü. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla ilkçağ sona erdiğinde Doğu Anadolu, bu kez uzun yıllar sürecek Bizans-Sasani mücadelelerine sahne olacaktı.
Muş ve çevresindeki Sasani hakimiyeti İmparator Heraklios döneminde Bizans Ordularının Sasani kralı Şahbaraz’ı yenmesiyle sona erdi. Bu arada, VII. yy başında gelişen Arap akınları sırasında Arap Komutanlarından Saad ibn Vakkas, Sasani ordusunu bozguna uğratınca (637), Sasani devleti de çöktü. Araplar Muş’un güneyine kadar gelmelerine rağmen Muş ve çevresine Bizans ordusu sahip çıktı.
Osmanlı Dönemi
Muş ve çevresi Arap akınları döneminden başlayarak Türklerin Bizans ordusunu Malazgirt’te bozguna uğratmasına kadar (1071) Bizans hakimiyetinde, Taron  (Taran) Theması idari bölgesinde yer aldı. Bölge bütün ortaçağ boyunca bu adla anıldı. Müslüman Arap ordularının Anadolu’ya akınları 640’da başladı. Halife Ömer devrinin sonlarına doğru 641’de İyaz bin Ganın komutasında Bir Arap ordusu Bitlis, Ahlat ve Muş’u aldı. Habib bin Mesleme ve Salman bin Rabia bu bölgeye ikinci bir sefer düzenlediler. (642) Ahlat ve çevresindeki beyleri idareleri altına aldılar. Ne varki Arap Müslümanlarının hakimiyeti sürekli olmadı, sık, sık kesintiye uğradı.
Muş, Bitlis ve çevresi, Muaviye zamanında bir ara Bizans Hakimiyetine geçtiyse de Emevi’ler yöreyi yeniden denetimleri altına almakta gecikmediler. Halife Abdulmelik zamanında Muhammet bin Mervan, Muş ve çevresini Diyarbakır amirliğine bu amirliği de El Cezire Genel Valiliğine bağladı.
Muş ve çevresi Emevi’lerden sonra Halifeliği ellerine geçiren Abbasilerin ilk yıllarında Avasım bölgesi sınırları içinde yer aldı. Sonraki yıllarda Abbasilerin yöredeki hakimiyetleri zayıflayınca Muş ve çevresi Bagradiler den Bagrad adlı prensin yönetim merkezi oldu. Bagrad’ın Bağdat’a gönderilmesi üzerine bu prensin yönetiminden hoşnut olmayan Muş’lular ayaklandılar. Ayaklanma sırasında Vali Yusuf Bin Abi Said Al-Marvazi öldürüldü. Bu olaydan sonra Muş Bagrat Krallığına bağlandı. X. yy’ın ikinci yarısı ile XI.yy’ın ilk yarısında Muş, Ahlat ve çevresi doğuya doğru genişlemek isteyen Bizans İmparatorluğu ile Doğu Anadolu’ ya hakim olan Abbasiler arasında sık, sık el değiştirdi.
Selçuklular Dandanakan Savaşında (1040) Gaznelileri yenip bir devlet olarak tarih sahnesine çıkınca Tuğrul Bey’in sultanlığı devrinde Abbasiler Selçukluların koruması altına girdiler. Tuğrul Bey Selçukluların Doğu Anadolu’ya düzenledikleri seferlerden birinde Malazgirt’i kuşattı (1054) Bu seferle birlikte Selçuklu’larla Bizanslılar arasında Doğu Anadolu’daki hakimiyet mücadelesi başlamış oluyordu.
Sultan Tuğrul Beyin ölümünden sonra Selçukluların başına geçen Sultan Alparslan, Malazgirt Kalesini ele geçirip, Suriye’ye yönelince; Bizanslılar Selçuklu Türk’lerini kesin yenilgiye uğratmak için imparator Diogenes komutasında büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya bir sefer düzenlediler. Bizans Ordusu Malazgirt’i kuşatıp ele geçirdi ve kaledeki bütün Müslümanları kılıçtan geçirdi. Bizans ordusunun Doğuya yöneldiğini haber alan Sultan Alparslan güneye seferinden vaz geçti. Hızla Anadolu’ya yöneldi. Malazgirt önlerine geldiğinde kalenin Bizanslıların eline geçtiğini görünce savaş hazırlıklarına başladı. Romanos Diogenes’e bir elçi yollayarak barış teklifinde bulundu. O Yüzyılın en kalabalık ordusunu toplamış olan imparator, Sultan Alparslan’ın barış teklifini reddetti.          Alparslan Türklerin Turan diye anılan klasik savaş taktiğini uygulayarak ordusunu dörde ayırdı. Bu taktiğe göre Selçuklu ordusu biri merkezde ikisi yanlarda, biride merkezdeki birliklerin önünde olacak şekilde mevzilendi. Sultan Alparslan Merkezdeki kuvvetin önündeki az sayıdaki birlikle birlikte saldırıya geçti. Bu kuvvet kısa süren bir çatışmanın ardından yenilmiş görünerek geriye merkeze doğru çekildi. Türklerin yenilgiye uğrayıp geri çekildikleri sanan Bizans ordusu karşı saldırıya geçince sağ ve sol tarafta mevzilenmiş olan Selçuklu kuvvetleri, Bizans ordusunun artlarına sarkarak kıskaç içine aldılar, savaş kısa sürede sona erdi. Bizans ordusu büyük  kayıplar verdi. imparator Romanos Diogenes esir edildi. Sultan Alparslan Romanos Diogenes’le antlaşma yaptı ve daha sonra onu serbest bıraktı.Malazgirt savaşının sonuçları büyük oldu. Bu savaşla Anadolu’nun Türkleşmesi dönemi başladı. Sultan Alparslan komutanlarından Anadolu içlerine seferler yapmalarını istedi. Böylece Muş ve çevresi kesin olarak Türklerin hakimiyeti altına girdi. Arap Mezarlığı
Muş ve çevresi 1100 de Selçuklu hanedanlarından Melikşah’ın amcası Yakuti’nin oğlu olan Kutbettin İsmail’in kölesi Sökmen El-Kutbi Ahlat’lıların daveti üzerine Ahlat’a gelerek Van Gölü çevresinde Ahlatşahlar Beyliği’ni kurunca bu beyliğin sınırları içerisine katıldı. Ahlatşahlar zamanında Muş, Malazgirt ve çevresi tamamen Türkleşirken Muş’da doğunun kalkınmış ve zengin şehirleri arasında yerini aldı. Muş ve çevresi Ahlatşahlar, Artuklular ve Eyyubilerin hakimiyet mücadeleleri sırasında birkaç defa el değiştirdi. 1191’de Eyyubi Meliki, Malazgirt Kalesini kuşattı ve kaleyi mancınıklarda döğmeye başladı. Erzurum Hükümdarı Saltuk’un kızı Mama Hatun, başında bulunduğu askeri kuvvetlerle Ahlatşahların yardımına gelince kuşatma kaldırıldı. Muş ve çevresi, tekrar Sökmenliler’in idaresine geçti.1196’da Ahlatşahı Beg Timur’u öldürerek yerine geçen kölesi ve damadı Ak sungur, hükümdarın karısını ve oğlunu Muş Kalesine hapsetti. Ahlatlılar Ak Sungurun ölümünden sonra Beg-Timur’un oğlu Muhammet’i hapisten çıkararak 1197’de hükümdar ilan ettiler.
Ahlatşah’lardaki bu karışıklıklardan yararlanmak isteyen Suriye Eyyübilerinden Necmettin Eyyüb, Muş şehrini ele geçirince Ahlatşahlar’da Erzurum Meliki Tuğrulşah’tan yardım istediler. Tuğrulşah, Eyyübileri Muş’tan çıkarıp Ahlatşahlar’ın hükümdarı Balaban’i öldürerek bu ülkeye sahip olmak istediyse de halk Tuğrulşaha ayaklandı. Tuğrulşah önce Malazgirt’e çekildi ve burada  da tutunamayarak Erzurum’a geri döndü. Muş ve çevresi, Ahlatşahlar Devleti’nin 1207’de yıkılmasından sonra Necmettin Eyyubi’nin eline geçti.
Necmettin Eyyübi Ahlat halkına kendisini kabul ettiremedi.  Ahlatşahlar ülkesi, Gürcüler’in baskınlarıyla perişan edildi. Moğol tehlikesinden kaçan Celalettin Harzemşah Doğu Anadolu’ya girdiği sırada Van, Ahlat,Erciş, Muş, Malazgirt ve Bitlis çevresi Suriye Eyyübilerinin kontrolü altında idi. Gürcüleri ezerek Ahlat’a gelen Harzemşah Celaleddin, Ahlatı kuşattı ve o devirde Kutbet Al-Islam sıfatını taşıyan Ahlat’a girerek, şehri üç gün boyunca yağmalattı. Bu arada Malazgirt ve Muş çevresi de bu yağmadan kurtulamadı. Ahlatşahların bir kültür merkezi haline getirdiği belde, bir diğer Türk hükümdarı tarafından perişan edilmiş oldu. Harzemşah’ın Islam Türk dünyasındaki yanlış politikası üzerine harekete geçen Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat, 10 Ağustos 1230’da Yassıçemen’de Harzemşah’ın ordusunu perişan etti. Harzemşah Celaleddin, kaçarken Dersim Dağlarında öldürüldü. Muş ve çevresi Anadolu Selçuklu idaresi altına girdi.
Alaeddin Keykubat Iran üzerinden gelen Moğol tehlikesine karşı topraklarını korumak için hazırlıklarda bulunurken Moğollar’ın önünden kaçan  Türkmenleri Malazgirt ve Muş çevresine yerleştirerek bunlardan yararlanmayı düşündü. Malazgirt ve Muş Kalelerine askerler yerleştirdi ve surları tamir ettirdi. Alaeddin Keykubat’ın ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devletinde Alaeddinin yerini dolduracak değerli bir devlet adamı çıkmayınca Moğollar hızla Doğu Anadolu’ya girdiler.1243 Kösedağ Savaşıyla Anadolu tamamen Moğolların egemenliğine girdi. Muş ve çevresi de Moğol tahribat ve katliamına uğradı.
Muş ve Malazgirt Moğollardan sonra Iran, Doğuanadolu ve Irak havalisinde kurulan İlhanlılar Devleti’nin idaresine geçti. Ne var ki, Doğuanadolu, hiçbir zaman Ahlatşahlar zamanındaki zenginliğine ve kültür yüksekliğine ulaşamadı. İlhanlıların İran’da yıkılmasından sonra Muş ve çevresindeki Türkmenler. Bağdat’da hüküm süren Celayirlilerin hanı Sultan Üveys (1356-1357) zamanında katliama uğradılar. Bu esnada Bu esnada Doğu Anadolu’da Karakoyun ve Akkoyun Türkmenleri hakimiyet kurmak için mücadeleye başladılar. Doğuanadolu’ya hakim olan Karakoyunlular zamanında Muş, bu beyliğin sınırları içerisinde kaldı. Bu arada İran üzerinden batıya doğru ilerleyen Timur tehlikesi ortaya çıktı. Timur’un önünden kaçan Türkmen boyları Karakoyunlu topraklarına girince Karakoyunlu hükümdarınca Muş, Bulanık Malazgirt ve Varto’nun dağlık kesimlerine yerleştirildiler. Karakoyunlu hükümdarı  Kara Yusuf, Timur’a karşı koyamayınca Osmanlılara sığındı. Karakoyunlu topraklarına giren Timur; girdiği her yerde yaptığı gibi Muş ve Malazgirt’i de tahrip etti, halkı kılıçtan geçirdi.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde Muş şehrinden bahsederken Timur’un Muş’ta yaptığı tahribatın izlerinin hala mevcut olduğunu söyler.
Timur Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt’ı l402 yılında Ankara savaşında mağlup edince Anadolu    tamamen Timur’un kontrolü altına geçti. Timur Çin seferine gitmek için Anadolu’dan ayrıldıktan sonra Anadolu’da Osmanlı şehzadeleri arasında taht kavgaları başladı. Doğu Anadolu’ya geri dönen Karakoyunlu Yusuf. Beyliğini yeniden kurdu. Kara Yusuf’un ölümünden sonra Akkoyunlular Karakoyunluları tehdit etmeye başladılar.
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ordusunu Muş Ovasını doğudan çeviren dağların gerisine gizleyerek Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah‘ı beklemeye başladı. Pusudan habersiz ihtiyatsız hareket eden Cihanşah bir gece baskınında ele geçirilip öldürüldü. Uzun Hasan böylece Karakoyunlu Devleti’nin çöküşüne zemin hazırladı ve Doğu Anadolu’yu hakimiyeti altına aldı.
Osmanlılarla komşu olan Akkoyunlu hükümdarı,bütün Anadolu’ya hakim olmak için Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet’le 2 ağustos l473 ‘de Otlukbeli’nde savaşa tutuştu. Uzun Hasan,bu savaşta yenilince ülkesi sarsıldı. Uzun hasan,l478’de ölünce Akkoyunlular’da iç karışıklıklar baş gösterdi. İran’da şeyh Seyfettin Erdebili neslinden şeyh Haydar’ın oğlu olan Şah İsmail, İran ve Akkoyunluların toprakları üzerinde Safeviler Devleti’ni kurdu. Şah İsmail’in annesi Alemşahbanu Uzun Hasan’ın kızıdır. Şii itikadını benimseyen Şah İsmail , Doğu Anadolu ‘da sünni Türkmenlerin arasında katliama başladı. Akkoyunlu Türkmenleri’yle Şah İsmail arasındaki mücadeleden en çok Doğu Anadolu halkı acı çekti.
Muş ve çevresi Ahlatşahlar yönetimindeyken tamamen Türkleşmiş ve Ahlatşahlar’ın imar faaliyetleriyle de Doğu Anadolu’nun zengin yörelerinden biri haline gelmişti. Marco Polo XIII  yy ortalarında Muş ve Mardin’de pamuk baharat ve çeşitli kumaşların çok miktarda imal edildiğin kaydeder Muş ve çevresi Moğolların ve Timur’un tahribatından bir hayli etkilendi ve geriledi. Şehirleri terk eden Türkler köylere ve yaylalara doğru çekilip çiftçiliği bırakarak hayvan beslemeye başladılar. Akkoyunlu Uzun Hasan zamanında Uzun Hasanı ziyaret eden İtalyan elçisi Barbaro Muş’tan bahsederken şehrin meskun ve kalesinin müstahkem olduğundan söz eder.
Osmanlı Sultanı II Beyazıt zamanında kuvvetlenen Şah İsmail Anadolu’da hakimiyetinin kurmaya çalışılırken, aynı zamanda müritlerini de el altında Anadolu’nun çeşitli yerlerine göndererek Osmanlılar aleyhine isyanlar çıkartmaya başladı. Şehzade Yavuz Trabzon Valiliğinde bulunduğu yıllarda Şah İsmail’in durumunu yakından takip ederek tehlikenin farkına vardı. Babasıyla girdiği taht mücadelesinden galip çıkıp Osmanlı tahtını ele geçirdiğinde ilk işi büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya yürümek oldu. 23 Ağustos 1514’de Çaldıran’da Şah İsmail’i bozguna uğrattı. Böylece Doğu Anadolu ve Tebriz Osmanlıların hakimiyetine girdi.
Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu’da iken bu bölgedeki aşiretler İdris’i Bitlisi’nin önderliğinde Yavuz’un emrine girdiler. Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu’yu  İran’a karşı korumak için bu aşiretleri birtakım derebeyliklere ayırarak onlara geniş imtiyazlar verdi bu aşiretlerden İran’a karşı uç beyleri olarak yararlanmaya çalıştı.
Kanuni zamanında Safeviler Doğuya saldırıp Erzincan’a kadar olan yerleşim bölgelerinde yağma ve katliama girişince Muş ve Malazgirt çevresi de tahrip oldu. Doğu seferine çıkan Kanuni İran içlerine sefer yaptı ise de da Doğu Anadolu’daki sınır çatışmaları Sultan IV Murat zamanında 1639 da yapılan Kasr’ı Şirin antlaşmasına kadar devam etti.
Osmanlı Devletinin mülki taksimatında Muş ve çevresi bazen Van eyaletine bağlı sancak merkezi bazen de eyaletin Bitlis Hanlığına bağlı bir nahiye oldu. Bitlis hanlığının ortadan kalkmasından  sonra Muş Erzurum eyaletine bağlı sancağın merkezi olurken, Bitlis’te Muş’a bağlandı. 1700 yılları sonrasında Muş ve çevresinde bir nevi babadan oğula geçen yerel paşalık vardı.
Muşta yerel paşalık yapan Aleaddin paşa zamanında 1794’te İran şahı Doğu Anadolu’ya girerek Muş ve Hınıs’ı yağmalattı. İran’lıların kışkırtmasıyla çıkan isyanları bastırmak için harekete geçen Osmanlı Devleti yardımcı kuvvet olarak yerel paşalardan asker toplarken Muş Beylerbeyi Aleaddin paşanın oğlu Emin paşadan da yardım aldı ve isyancı aşiretler üzerine yürüdü. 1821 de Kaçar hanedanından Fatih Ali Şahın veliahtı ve Iran şahı Abbas Mirza Doğu Anadolu’ya girerek Muş ve çevresini yağmaladı.
1826’da Sultan II. Mahmut Yeniçeri Ocağını kaldırırken Erzurum Eyaletinde Yeniçeri ağası olan Gürcü Osman Paşa, Muş Beylerbeyi Emin paşa tarafından yakalanarak Varto’ya getirilip idam edildi. Bu esnada Doğu Anadolu’daki yerel paşalar, nüfuslarını artırarak merkezi otoriteye karşı ayaklanmaya başladılar. 1839’da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu’ ile birlikte  yerel beyliklere son verilmeye başlandı. Muş’un Bağlar Köyü yakınındaki Alaeddin Paşa oğullarının konağına hücum eden halk, konağı yağmaladı. Devlet Muş’ta yerel paşalığa son vererek burayı Erzurum’a bağlı sancak merkezi haline getirdi.
1889’da II. Abdülhamit Doğu Anadolu’da sükuneti sağlamak ve doğudan gelecek Rus tehlikesine karşı mahalli güçleri kullanmak için Hamidiye Alayları kurdurdu Hamidiye alaylarının paşaları yöredeki aşiret ağalarından seçildi. Aşiret ağalarının oğulları İstanbul’da açılan askeri okullarda eğitilerek Hamidiye alaylarının başına getirildi. 1890’lı yıllardan itibaren Doğu Anadolu’da Ermenilerin faaliyetleri başladı. Çeteler halinde hareket eden Ermeniler Muş, Bulanık, Malazgirt ve Varto köylerinde katliama giriştiler. Hıristiyan ve doğuda Rusların müttefikleri olmaları sebebiyle Ermeniler hem Avrupa aleminden hem de Çarlık Rusya’sından yardım görerek komiteler kurmaya başladılar. Dışarıdan Osmanlı Devletine baskı yaptırarak  Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurmak için harekete geçtiler. Hamidiye alayları doğuya dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koymada yararlı olurken aşiret kavgalarında aynı başarıyı gösteremediler. Muş, Malazgirt, Varto ve Bulanıkta aşiret kavgaları alevlendi bazı Hamidiye alaylarının taraflı hareket etmesi üzerine yörede asayiş tamamen bozuldu ve aşiretler arası çatışmalar yoğunlaştı.
Cumhuriyet Dönemi
XIX. yy ın sonları ve XX yy.ın ilk yıllarında Muş bölgesi harici teşviklerle körüklenen Ermeni Taşnakları’nın ihtilal hareketine sahne oldu. 1894’de Sason ihtilalini müteakip 1895 senesi içerisinde hükümetin kurduğu ve Erzurum’daki Fransa, İngiltere ve Rus Konsoloslarının katıldığı bir heyet Muş’ta toplanarak isyanın sebeplerini görüştü. 1901 senesinde Muş ovasında faaliyetlerde bulunan Ermeni çeteleri köyleri yağmaladılar ve hükümet kuvvetleri ile çarpıştılar. 1905’teki Ermeni baskınları Muş ve çevresine büyük zararlar verdi. 1914’de 1. Dünya savaşlarında Osmanlı Ordusu’nun Kafkas seferi büyük hezimetle sonuçlandı. Rus orduları Doğu Anadolu’yu işgal etmeğe başladı. 1915 yılında Ruslar Eleşkirt ve Pasinler üzerinden Malazgirt’e doğru ilerlediler. Bundan cesaret alan Ermeniler Rus işgalini kolaylaştırmak için Muş Varto ve Bulanık’ta Müslüman köylerine baskınlar düzenlemeğe başladılar. Rusların desteklediği ermeni katliamlarından korkan halk Elazığ ve Diyarbakır tarafına kaçmağa başladı. 1915 yılının Şubat ayında Varto, 1916 yılında da Muş Rus ordusunun eline geçti. Rus ordusu içerisinde gönüllü askerlik yapan Ermeniler asırlar boyu beraber yaşadıkları Muş halkını katletmeğe başladılar. 1916 yılında Diyarbakır 16. Kolordu Komutanlığına Çanakkale’de başarı kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa atanınca buradaki çatışmaların seyri değişti. Kısa zamanda toparlanmağa başlayan 2. Ordunun 16. Kolordusuna ait 8 tümen Muş çevresinde toplanmış, gönüllülerle 3 Ağustosta saldırıya geçti ve Kurtik dağları üzerinden Muş şehrine girdi. Rus birlikleri kontrolleri altındaki köylerde katliam yaparak geri çekildiler. Ne var ki Ruslar yeni birliklerin katılmasıyla yeniden saldırdılar ve Muş’a girdiler. Ama Rus işgali fazla uzun sürmedi. Türk ordusu 1917 yılının bahar aylarında karşı saldırıya geçerek 30 Nisan günü şehri Ruslardan geri almağa muvaffak oldu.
18 Ağustos 1917 de yapılan ateşkes antlaşmasına göre Ruslar Doğu Anadolu’dan çekildiler. Ruslar çekilirken ordunun ağırlıklarını Ermenilere bırakarak onları Türk’lere karşı harekete geçirmeğe çalıştılar.1. Dünya savaşının galipleri Mondros Mütarekesi Wilson prensipleri ve Sevr antlaşmasında açıkça görüldüğü gibi Doğuda Ermenilere devlet kurdurtmağa çalıştılar. Ermeniler de bu toprakları ele geçirmek özellikle Wilson  prensiplerindeki maddeye göre bölgede çoğunluğu elde etmek için katliamlara giriştiler. Muş ve çevresi de bu katliamlara maruz kaldı.
Sevr anlaşmasına dayanarak Doğuda devlet kurmak isteyen Ermeniler teşkilatlandırdıkları komitelerle katliamlarına devam ederken, Anadolu’da işgal edilmeye başlanmıştı. 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıkan Mustafa Kemal Paşa Amasya tamimini yayınladıktan sonra Erzurum’a geçti.  Bu sırada Doğu Anadolu halkı Ermeni katliamlarını durdurma ve Ermenilere karşı mücadele kararı alırken civar vilayetlere dağılmış olan Muş halkı da yeniden şehre dönmeye başladı. Ermenistan üzerinden Doğu Anadolu’ya giren Ermeni orduları, Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusunca yenilgiye uğratıldı. Gümrü Antlaşmasıyla da Doğu Anadolu işgal ve katliamlardan kurtuldu.

Muş’un Tarihi Yerleri

HÖYÜKLER VE ÖREN  YERLERİ
              Tarihe  yön veren önemli devletlerin egemenliğinde kalmış olan Muş sınırları içinde bir  kazı ve birkaç yüzey araştırması dışında bu güne kadar ayrıntılı bir çalışma  yapılmamıştır. Gerçekleştirilen çalışmalar ise, Muş’ta dönemin önemli kültür  ürünleri olan, İÖ. 2000 boyalı seramiğinin bulunmadığını, buna karşın İÖ. 2.  binin başlarında itibaren bölge Hurri ülkesi olarak anılmış ve İ.Ö. 2.  binin ortaları ve sonraları ise Hurri-Mitanni  devletinin toprakları içerisinde gösterilmesi yerleşim varlığını göstermesi  açısından önemlidir. Yapılan bu yüzey araştırmalarında Kalkolitik dönemden  Ortaçağa kadar süregelen kültürlere ait seramikler bulunmuştur.
Ancak  bu araştırmalar daha çok belirli yerlerde yoğunlaştırılmış, bunun dışına pek  çıkılmamıştır. Alpaslan Barajı nedeniyle Murat Nehri boyunca araştırma yapan  M.S. Rothman, Yağcılar Höyüğü yakınındaki Yeroluk (Palas) ve Bozbulut’ta  (Komus) bazı araştırmalar yapmıştır.
Etkin bir kültürün egemen olduğu  bölgede yer alan Muş ve çevresinde Erken Tunç Çağa ait C.A. Burney sekiz, M.S.  Rotman ise bunların dışında yirmi höyük tespit etmiştir. Ayrıca bu merkezler  ile Elazığ bölgesi arasında bir ilişkinin var olduğu ortaya konulmuştur.
Yağcılar (Evran) Höyüğü
              Yağcılar Höyüğü, Muş’un 24 km. kuzey-batısında,  Muş-Elazığ yolu üzerinde, Murat Köprüsünü 1700 m. geçtikten sonra  kuzeye ayrılan yolun 7. km.’sinde,  Yağcılar Beldesi sınırları içinde yer almaktadır.
Dolabaş Höyüğü
Malazgirt İlçesinin Dolabaş  Köyü’ndedir. Bir Urartu yerleşmesidir.
Bostankale Höyüğü
Malazgirt İlçesinin Botan  Köyündedir. Bir Urartu yerleşmesidir. Birinci derecede sit alanı olarak  gösterilmektedir.
Mercimekkale Höyüğü
Muş merkez İlçe sınırları  dâhilinde Muş-Varto Karayolu üzerindedir. Tespit edilen 28 höyükten biri  olmakla birlikte Doğu Roma (Bizans) döneminde de haberleşme amaçlı  kullanılmıştır. Halk arasında yaygın bir rivayete göre Muş ilinde korkunç bur  kuraklık yaşanmıştır. Yaşanan bu kuraklık döneminde Muş ovasında sadece Sekavi  beyinin ekmiş olduğu mercimekten başka hiçbir ürün yetişmemiştir. Sekavi Beyi  topladığı mercimekleri üst üste kale gibi yığmıştır. Bir gün yanına oldukça  ihtiyar biri gelmiş. Rivayete göre bu ihtiyar Hz. Hızır’dan başkası değilmiş.  İhtiyar Bey’e “Allah rızası için bir avuç mercimek ver” demiş. Sekavi Beyi  mercimek vermemek için bin bir yalan uydurmuş ve “eğer benim mercimeğim var ise  taş olsun” demiş. Bunun üzerine Hz. Hızır   “Allah’ım bu beyin Mercimeklerini taş et” diye beddua etmiş ve bütün  mercimekler taş olmuş.  O gunden sonra bu  yere Mercimekkale adı verilmiş.

CAMİLER
Ulu Cami
Muş’ta, Alaeddin Bey ve Hacı Şeref  Camilerinin batısındadır. Moloz taştandır. Kitabesizdir. Avlusunda yatan Şeyh  Muhammed-i Mağribi tarafından 979’da yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Mimari  özelliklerinden XIV. yy’ın ikinci yarısına tarihlenen cami, dikdörtgen  planlıdır. Ana mekân, ortada kubbe, yanlarda besik tonoz örtülüdür. Mihrap  sadedir, kuzeyinde kesme taştan üç kubbeli son cemaat yeri vardır. Kesme taştan  sade taç kapı sivri kemerli niş içindedir. Batı duvarı dışında öbür duvarlarda  ikişer pencere vardır. Minaresi, depremden zarar görmüş olup, aslına sadık  kalınarak 1968 ve 1972 yıllarında onarım görmüştür. Avlusunda Şeyh Muhammed-i  Mağribi dışında başka evliyadan zatların meftun olduğu bilinmektedir.
Hacı Şeref Camii
Bir Selçuklu yapısı olan çok  yıkık durumda Arslanlı Han’ın içindedir. Mimari özelliklerinden XVII yy’la  tarihlenmektedir. Bir son dönem Osmanlı yapısıdır. Ana mekânı kare planlıdır  Ana mekan ortada büyük yanlarda basık kubbelerle örtülmüştür. Sade mihrabı  yuvarlak kemerli ve niş biçimindedir. Sonradan eklenen son cemaat ahlat  taşından 1997 yılında eklenmiştir. Sivri kemeri niş biçiminde taç kapı kesme  taştandır. 1318’de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu yapı Abdulhamit Han tarafından  yaptırılmıştır.

Alaaddin Bey (Paşa)  Camii
              XVIII  yy. başlarında şehrin valisi Alaaddin Bey tarafından yaptırılmıştır. Ana mekanı  kare planlıdır ve dokuz neflidir. Orta büyük ve yanlarda küçük kubbelerle  örtülüdür. Orta nefte yer alan mihrabı sutunçeler ve bitki motifleriyle  bezelidir. Taç kapının yanlarında kabartma kandil motifleri vardır. Minaresi  iki renkli kesme taştan yapılıdır. Kare kaideli silindir gövdelidir. Gövdenin  ortasında iç içe geçmiş çınar ağacını andırır bitkisel motiflerden bir kuşak  oluşturulmuştur.
Bulanık Mollakent  Camisi
Bulanık ilçesinin Mollakent  köyündedir. Bir Selçuklu yapısıdır. Şeyh İbrahim tarafından 1290’da  yaptırılmıştır Ahlat taşındandır. Dört kubbeli üç pencerelidir.

Bulanık Esenlik  Camisi

Bulanık ilçesinin Esenlik  Köyündedir. Bir Selçuklu eseridir. Şeyh Abdulmelik tarafından 1194’te  yaptırılmıştır. Ahlat taşındandır. Tek kubbeli, dört pencereli, iki kapılı bir  yapıdır. Kubbesinde ayrıca dört küçük pencere yer almaktadır.
MEDRESELER
Mollakent Medresesi
Bulanık ilçesinin Mollakent  Köyündedir. Bir Selçuklu Eseridir. Ahlat taşından yapılmıştır. Şeyh İbrahim  tarafından 1321’  de yaptırılmıştır. İki büyük odası birde salonu vardır. Her odada üçer kitaplık  penceresi bulunmaktadır.   Muş’un  günümüze ulaşamayan yalnızca tarihi kayıtlarda adı geçen diğer yapıları Mahmut  Paşa, Murat Paşa ve Alaaddin Paşa medreseleridir.
Muratpaşa  Medresesi
Muş İli  Muratpaşa camisinin hemen yanı başında kurulmuştur. Muratpaşa tarafından  yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Medresede mantık, belagat, hadis ve tefsir  gibi ilimler Molla Halil Hoca tarafından okutulmuştur.
Mahsut Paşa Medresesi               Mahsut Paşa tarafından yaptırılmıştır.  Muş İli’nin en büyük medresesidir Abdurrahman Hoca, İlyas Sami Bey gibi âlimler  ders vermişlerdir. Bu medresede İslam Hukuku, Meal, Sarf, Mantık Beyan, Hesap,  Hadis, İçtimaiye gibi ilimler okutulmuştur.
Alaaddin Bey  Medresesi
Alaaddin Bey tarafından  kurulmuştur. Bu medresede Sultan Abdulaziz tarafından görevlendirilen Ahmet  Hamdi Efendi dersler vermeye başlamıştır. İlimizin en ünlü alim ve bilginleri  burada yetişmişlerdir. İlyas Sami Bey, Molla Mehmet, Hacı Halid Efendi, Osman Kadri Bey gibi şahsiyetler bu medresede  yetişmişlerdir.
KİLİSELER
Meryem  Ana Kilisesi
Muş İl Merkezinde Minare  mahallesindedir. Kesin tarihi bilinmemektedir.
Çanlı  Kilise(Surpgarabet Manastırı)              Bu kilise bütün çeşitli milletler  arasında meşhur olup, yılda bir kere nice yüz bin adam toplanarak yedi gün yedi  gece çadır ve otağlar kurulup alış verişler olunur, yük bozulup bağlanılıp  kervan Revan tarafına yol alır. Burada Van Veziri ile Bitlis Hanının ve  Atabeyi’nin müsellemleri hazır olup tüccar ve diğer mahlûkları muhafaza  ederler. Van vilayeti sınırına daha yakın olduğundan Van veziri daha çok asker  getirip ziyade baç alır.
Muş  sahrasının kuzeyinde sık bir ormanlıkta, bağ ve bostan içinde iki adet göğe baş  uzatmış heybetli, kubbeli bir kilisedir. Dört yanlarında yüzlerce patrik ve  papaz odaları vardır. İmaretinden günde nice bin sahan yemekler yapılır. Yortu  günlerinde 145 sığır ve 50 somar buğday pişirilip misafirlerine dağıtırlar.  Misafire o kadar riayet ederler ki şira ve hurma yedirip her gece nice yüz diba  inci ve sırmalı gecelikler serip hizmet ederler. Ama her sene gelen adamlardan  bolca mal tahsil ederler. Ve bütün Kafiristan’a papazları gidip ta Frengistan’dan  bile adamlar tahsil ederler.
Bu kiliselerden başka ilimizde bilinen ve halen  kalıntıları mevcut diğer kiliseler ise
-Kırköy Beldesindeki Sirong Kilisesi
-Kırkayak Kilisesi Muş Dere Mahallesi
-Kızılağaç Beldesindeki Kırmızı Kilise dir
HANLAR,  HAMAMLAR VE ÇEŞMELER
Yıldızlı Han
             Muş şehir merkezinde yukarı  çarşıdadır. 1307’de Miralay Seyfi Bey tarafından yapılmıştır. İki katlı olarak  yapılmıştır. Alta kattı kesme taştan, üst katı Selçuklu mimari yapısına uygun  olarak kerpiçten yapılmıştır. 613   metre kare üzerinkurulan hanın birinci katında  emanethaneler, kuyumcular, manifaturacılar, bakırcılar ve gümüşçüler çalışırdı.  İkinci kat ise otel olarak kullanılmıştır. Her iki katta toplam 52 dükkân olan  han 1916 Rus İşgalinde tamamen tahrip edilmiştir. İpek yolu üzerinde olan  Erzurum-Muş-Bitlis güzergâhı takip edilmiştir.
Aslanlı  Han
Muş’un bir  Selçuklu yapısı olan Aslanlı Handan Günümüze çok az şey kalmıştır. Bu hana ait  gücü ifade eden aslan heykeli halen Vali Konağı bahçesindedir.
Alaaddin (Yakup  Efendi)Bey Çeşmesi
Alaeddin Bey  Camii külliyesi içindedir. Kitabesinde Eşref Bey tarafından yaptırıldığı  yazılıdır.  Cami ile aynı tarihte  yaptırılmıştır.


KALELER       
Muş  Kalesi
Muş merkezdedir. Kale şehrin en eski  yerlerindendir. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte Moğol istilasını müteakip 7.  asır ortalarına doğru Hz. Osman zamanında bu çevre ile birlikte kalede  savaşlara sahne olmuştur. Sonraları Ermeni Derebeyleri Bağdat’taki Abbasi  Halifelerine tabi olarak bu çevrenin ve kalenin idaresi için memur  kılınmışlardır. Muş Hicri 27 yılında Hz. Ömer döneminde Müslümanların eline  geçince bu kale de tabi olarak Müslümanların eline geçmiştir. Uzun süren  savaşlar üzerinde bulunan tarihi değerlerin yok olmasına sebep olmuştur.  Kalenin batı tarafında tahrip olmuş Arap Mezarlığı, Selçuklu mezarlığı ve  Osmanlı mezarlığı karışık ve dağınık bir haldedir.  Belediyece park olarak düzenlenmiştir. Günümüzce  halkın başlıca piknik yerlerinden biridir.
Hasbet Kalesi
Muş’un güneyindeki Kızıl Ziyaret  Dağının doğu uzantısında bir yamaçtadır. Surları ve iki kulesi kısmen  ayaktadır. Diğer kısımları tabii afetlerde yıkılmıştır. Kesin tarihi  bilinmemekle birlikte, yapıda kullanılan malzeme ve sanat yapısı itibari ile  Horasan harcı ile imar edilmiş ovaya hâkim karakol konumunda kendini  göstermektedir. Eteklerinde bulunan Soğucak köyünde büyük ölçüde tahrip olan 2  adet gözetleme kulesi de mevcuttur.  Bir  rivayete göre Büyük İskender Mısır’ı fethe giderken kendine bağlı Komutan  Beatlis’e ( Bitlis) geri döndüğünde geri alamayacağı kudrette bir kale  yapmasını istemiş. Emri alan Komutan Beatlis,   Büyük İskender’in Mısır’dan Dönüşüne kadar Bitlis Kalesini yapmış ve  Büyük İskender’i emri doğrultusunda Muş Ovasına püskürtmüştür. Büyük İskender  defalarca Bitlis’e saldırmış fakat her seferinde Muş Ovasına geri dönmek  zorunda kalmıştır. Yine mağlubiyetle sonuçlanan bir saldırı sonucu Büyük  İskender Muş Ovasında gece konaklarken, orduyu tedirgin eden bir atlı gurubun  varlığını görür ve bu savaşçılara hayran kalır.   Savaşçıların ikamet ettiği Haspet Kalesine elçi göndererek görüşme talep  eder. Kaledekiler bu talebi kabul ederek Büyük İskender’in yanına giderler.  Rivayete göre Büyük İskender hayran olduğu bu kişilere atfen “Siz kimsiniz ki,  dünyayı fethe çıkmış bir komutanın ordusunu rahatsız ediyorsunuz.”demiş.  “Bizler Gur Beyleriyiz, sizler bizim topraklarımıza girmekle bizi rahatsız  ettiniz” cevabını alır.  Bu arada Komutan  Beatlis, Büyük İskender’e haber göndererek kaleyi teslim edeceğini bildirir.  Büyük İskender’in huzuruna çıkan Beatlis, hükümdarın “-Bu kaleyi neden baştan  teslim etmedin ve ordumdan birçok askerin kırılmasına neden oldun ?” sorusuna  “- Hükümdarım siz bana buraya öyle bir kale yap ki dünyanın en güçlü hükümdarı  ordusuyla gelse bile burayı alamasın diye emir ettiniz. Bende buraya ğüçlü ve  sağlam bir kale yaptım. Siz de dünyanın en güçlü hükümdarı ve ordunuzda  dünyanın en güçlü ordusu olduğu halde burayı ele geçiremediniz. Şimdi görevimi  yerine getirdiğime inanarak kalennin anahtarlarını size teslim ediyorum.” der.  Büyük İskender bunun üzerine komutanının bu cevabından çok memnun kalır ve onu  affeder. Bir süre sonra da ordusuna Muş Ovasından çekilme emrini verir.
Muşet Kalesi
Muş’un güneyindeki Kızıl Ziyaret  Dağındadır. Muş adı ile özdeşleşmiştir. İlk yapımı Urartu’lara ait oluduğu  tahmin edilmektedir. Ortaçağ kalesi görünümünde olan bü günkü yapısına sonra  kavuşmuş olabilir. Kale Horasan harcı ile yapılmıştır. Malzeme ve doku olarak  Haspet kalesi ve Ahlat eski şehirdeki yıkık kale ile birbirinin aynıdır.  Karakol olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Tarihi kaynaklara göre boylar  arasında adı en son geçen Muşkan oymağı lideri adına yapılmıştır. Van tarihinde  Hitit Devleti yıkıldıktan sonra yerini alan birçok krallıklar arasında Muşkiler  da sayılmaktadır. Yine Şah Tahmasp 1530 da Muslu Kabilesine mensup Zülfikar’dan  Bağdat’ı aldı şeklinde geçer. Muşkiler de kökü Urartulara dayanan oymaklardan  biri olarak kabul edilmektedir.
Kepenek Kalesi
İlimiz Kepenek köyündedir.  Arkeolog Yrd. Doç. Dr. Nurettin KOÇHAN’ın araştırmaları devam etmektedir.  Nurettin KOÇHAN tarafından burada bulunan Urartulara ait olan taş üzeridneki  yazıt Mirjo SALVINI tarafından çözülerek “Studı  Mıceneı Ed Egeo-Anatolıcı” dergisinin FascılcoloXLII/2-2000 sayısında yayınlanmıştır.
Yazıtın Türkçe’si:
“Haldi’ye  (Urartular’ın baş tanrısı), kral (Efendi, Tanrı), Menua oğlu Argişti bu  Susi-tapınağı ve (kaleyi) inşa edip tamamlattı. (Ona) ben Argiştihinili adını  verdim. En büyük Haldi sayesinde ben Menua oğlu Argişti, güçlü kral, Bianili  kralı, Tuşpa kentinin efendisi”
Muş’ta  Urartular’a ait iki önemli yazıt bulundu: ikisi de Menua dönemine ait. İlki bir  stelin alt kısmıdır ve Tiflis arkeoloji müzesindedir. Bu yazıt Muş’un 18 km. doğusunda Trmerd  mezarlığında bulunmuş. Bu yazıtta askeri bir seferden, Atauni kentinden ve Urme  ülkesinden bahsediliyor ve stelin Arhi kentine dikildiği bildiriliyor. İkinci  yazıt oldukça eksiktir, yine Urme ülkesinden ve bir yerden bahsediyor.
Malazgirt Kalesi
Haşmetli bir görünüme sahiptir.  Kalenin ilçeyi çepe çepe çevreleyen bir birine parelel iki suru onarılmıştır.  İslam kaynaklarında bu kale gerek İslamiyet’in ilk döneminde gerekse Bizanslar  zamanında birçok savaşa sahne olmuştur. Eski Malazgirt’i çepeçevre kuşatan  kalenin ana burcu ile burçları bu tarihi özellikleri ile ilgi çekmektedir.  Tabii afetlerde surları yıkılmıştır. Çeşitli zamanlarda onarılmıştır. Onarımlar  kısmen de olsa günümüzde de devam etmektedir. Efsaneye göre Malazgirt Kalesi  civarında ateşperestler yaşarken başlarında Teymus isminde bir şah  bulunuyormuş. Şahın çocuklarından Beşir Allah’a iman getirince babası Teymus  Şah oğlu Beşir’in dilini dipten keserek Malazgirt’ten sürgün etmiş Beşir  aylarca yol kat edip Müslümanların bulunduğu Mekke’ye gelmiş, durumu öğrenen  Hz. Ali sahabelerden oluşan bir ordu toplayarak Malazgirt üzerine yürümüş.  Yapılan savaşta Teymus Şah ve beraberindekiler kılıçtan geçirilmiş. Hz Ali  ordusu ile şimdi ilçenin bir mahallesi olan Şahneder köyüne gelmiş ve orada  konaklamak istemiş. Askerler yorgun ve susuz olmaları nedeniyle köydeki  çeşmeden su içmek istemişler, suyun zehirli olduğu söylenmiş. Bunun üzerine Hz.  Ali çeşmenin kaynağında örümcek ağı gibi kaynaşmakta olan yılanları görünce  askerlerin su içmesine engel olmuş. Askerlerin su içme ihtiyacını belli etmesi  üzerine Hz. Ali köyün hemen güneyindeki düz arazi görünümde olan Salkayalığına  gitmiş, kılıcın çekerek taşa vurmuş kılıcın darbesi ile kaya yarılmış ve şimdi  yılanlar kuyusu denilen halini almış. Çeşmede kaynaşmakta olan yılanların  çekilmesi için Allah’a dua etmiş aynı ayna yılanlar açılman bu kuyuya  çekilmişler. Sonunda askerler bu çeşmeden su içerek yorgunluklarını üzerlerinden  atmışlar. Günümüze kadar her yıl yalnız 15 Mayıs- 15 Haziran arasında bu  yılanlar kuyusu aynı boy ve renk zehirsiz yılarlarla dolar bu güne kadar, bu  yılanların köylüler tarafından ellerine alarak oynattıkları halde hiç kimseye  zarar vermedikleri tespit edilmiştir. Görmek isteyenler belirtilen günler  arasında Şahnedar köyü yılanlar kuyusuna gidebilirler.
Evliya Çelebi ve Malazgirt Kalesi
Kalesi  yuvarlak bir tepe üzerinde ve kesme taştandır. Hisarın iç kısmı mamurdur.878  senesinde Akkoyunlu sultan Uzun hasan Bayındırı zaptetmek isterken Fatih Uzun  Hasanı bozguna uğratıp bu kale halkınıda idaresi altına almıştır. Sonra Beyazıt  Veli asrında Acem istila etmişse de 922 tarihinde Sultan I. Selim Çıldır  savaşında acemi mağlup etmiş, bu kalede o günden beri Osmanlı idaresinde  kalmıştır.
Kalenin  üç tarafı yüksek olup doğuya bakan bir kapısı vardır. Aşağı deresine inmek için  kesme kayadan suyolları vardır. Bağ ve bahçesi o kadar meşhur olmayıp kalesi de  yer, yer Timur’un tahribine uğramıştır. Şehri o kadar mamur değildir. Tahminen  iki bin ev, bir cami, iki medrese, bir küçük hamam -ancak beş adam alır-, bir  han, elli kadar dükkân ve yedi adet çocuk mektebi vardır.
Şehir 18. Örfi iklimin ortasında olup, kuzeyinde Erzurum  üç konaktır. Kıblesinde Bitlis iki konaktan daha kısadır. Van kalesi doğusunda  olup dört konaktır. Ahlat kalesi ile Malazgirt Kalesi arası tam yedi fersahtır.  Dağ başlarından aşan doğru yolları vardır. Şehrin suyu ve havası gayet yayla  olup, bütün halkı güzel vücutludur. Çünkü kış çok sert olur. Şehrin içinden  geçen nehir Bingöl yaylasından çıkar.

Katerin (Zincirli)  Kale
Malazgirt ilçesi sınırları  içersindeki Katerin Dağı üzerindedir. Doğu Roma eseridir. Rivayete göre  Malazgirt ile Katerin Kaleleri Kalın zincirlerden bir köprü ile birbirlerine  bağlanmıştır.
Tıkızlı Kalesi
Malazgirt ilçesinin Tıkızlı  Köyündedir. Yapılan araştırmalar sonucunda kalenin Urartu’lara ait olduğu  belirlenmiştir. Kale bir tepe üzerinde büyük taşların bir biri üzerine  yığılması ile harçsız olarak yapılmıştır.
Doğu Anadolu’da son yıllarda yapılan birçok araştırma ve  kazıya karşın, bunları sınırlı bir alanı kapsadığı ve özelliklede Van ili ve  çevresinde yoğunlaştırıldıkları dikkati çekmektedir. Bunun yanı sıra çok kısıtlı  da olsa Ağrı ve Erzurum çevresinde bazı yüzey araştırmaları ile Elazığ  Bölgesinde de kurtarma kazıları gerçekleştirilmiştir. Muş ve özellikle  Malazgirt İlçesinde ise bugüne değin kapsamlı bir araştırma yapılmamıştır. Bu  nedenle aşağıda ayrıntılı olarak tanıtmaya çalışacağımız Kale, yörede antik  yerleşimin yoğunluğunu ve yeni araştırmaların sürdürülmesinin gerekliliğini  ortaya koyması açısından büyük önem taşımaktadır.
Kalıntıların  bu günkü durumuna göre Kale’nin merkezi kısmı yaklaşık 25–30×30–35 metrelik bir  alanı çevrelemektedir. İ.ç kalenin 4m. Genişliğindeki kuzeydoğu ve kuzey sur  duvarlarının yer yer 1,5-2m yüksekliğe kadar korunabilmişliğine karşın dış sur  duvarları bazı kısımlarda salt birkaç taş sırası halinde günümüze gelmiştir.
Tıkızlı Kalesinin sur duvarlarında izlediğimiz, A.  Çilingiroğlu tarafından “Kilkilotik Yöntem” olarak adlandırılan benzer duvar  örgüsüdür. Yazıtları nedeniyle Işpuini dönemine (İÖ. 830–810) tarihlenen  Zivistan ile Menua’ın egemenliğinde (İÖ. 810–786) yapıldığı kabul  edilebilir.
Bostankale Kalesi
Malazgirt’te 10 km uzaklıktadır. Yapılan  yüzey araştırmaları sonucunda kalenin Urartu’lara ait olduğu tespit edilmiştir.  Kale büyük bir kaya kütlesi oyularak yapılmıştır.             
KÖPRÜLER
Murat Irmağı Köprüsü
Muş – Varto yolu üzerinde Muş  şehir merkezine 10 km  uzaklıktadır. Bir Selçuklu yapısıdır. Yapım tarihi kesin olarak  bilinmemek-tedir. 1817 tarihli mermerden kitabesinin onarımlarla ilgili olduğu  sanılmaktadır. 143 m  uzunluğunda, 4.77 m  genişliğindedir. Yüksekliği 16 – 18 m’dir. 12 gözlüdür. Günümüzde orta ayaktan  yıkılmıştır.
Hatun Köprüsü
Malazgirt’in girişindedir. Bir  Selçuklu yapısıdır. 10 m  uzunluğunda, 5 m  genişliğinde-dir. Günümüze kadar gelebilmiş yegâne Selçuklu eserlerinden  biridir.
Kız Köprüsü
Malazgirt’e 2 km uzaklıktadır. İki yekpare  taştan 3 m  uzunluğunda, 1 m  genişliğindedir. Rivayete göre devrin kral kızlarından biri tarafından  yaptırılmıştır.
HAMAMLAR

Alaaddin Bey Hamamı

Muş şehir merkezindedir. Alaaddin Bey  tarafından Alaeddin Bey Camii ile aynı tarihte yaptırılmıştır. Günümüzde de  kullanılmaktadır. Osmanlı son dönem eserlerindendir. Yapı malzemesi ve mimari  özellikleri açısından Alaaddin Bey Camii ile aynıdır. Yıkılmış olan Alladdein  Bey Camii Külliyesi içerisinde dış özellikleri tamamen yok edilmiştir. İçyapısı  kısmen mevcuttur. Localar kullanılmamakla birlikte Alaaddin Bey camiinde  kullanılan bitki motifleri ile aynıdır. Buna mukabil büyük locaya girişte  kapının hemen üzerinde taşa kabartma bir şekilde yapılan kaplumbağa totemi  bulunmaktadır.
Muş’un  tabii afetlerde yıkılan diğer tarihi hamamları Güllü Hamam ve Dere (Migre)  Hamamlarıdır. Her iki hamamda da Anadolu Selçuklularının yoğun olarak kullandıkları  uzun müddet tabiat şartlarına dayanıklı olmayan, Orta Asya yerleşik hayatından  gelen sonraları vazgeçilen kerpiç malzemedendir.
Güllü  Hamamın tabiat şartları nedeniyle daha dayanıklı olması için kerpiç malzeme  üzerine Horasan harcı ile moloz taşlardan duvarlar çıkılmıştır. Bu hamamın en  büyük özelliği Türk üçgeni denilen kubbelere taşıyıcı görevi sağlayan üçgenin  kullanılmış olmasıdır.

ESKİ  MUŞ EVLERİ
              Anadolu’nun  fethini izleyen yıllarda zaman-la Türkleşen Muş’un eski yerleşim düze-ni ve  sokak dokusu esas itibari ile tipik bir Türk kenti havasını yansıtır.
Diğer  yörelerimizde olduğu gibi buradaki konut mimarisinin oluşumunda da temel etki  milletimizin örf ve adetlerinden kaynaklanan hayat tarzı ve ihtiyaçlarıdır.  Ayrıca mahalli mimarisi, gelenekleri ve malzemesi ile iklimin ve coğrafyasının  zorlayıcı gerekleri de bu oluşumdaki diğer etmenlerdir.
Bölgedeki diğer illerin yerleşimlerindekine benzeyen sokak  dokusu içinde yer alan evler, genellikle havuş (avlu) gerisinde yükselen iki  katlı kuruluşlardan ibarettir.
Eski  Muş evleri genel plan şemaları itibarı ile diğer şehirlerdeki (Doğu ve Güney  Doğu) evlerle paralellikler ortaya koymakla birlikte mekân isimlendirmelerinde  yer yer farklılıklar göstermektedir.
Sokakla bağlantılı cümle kapısı ile geçilen havuşun (avlu)  bir yanında tandırlık, erzak deposu ve çardak görevi gören ağaç altı  oturmalıklar yer alır, birçoğunda ise bunlarla birlikte ahır da mevcuttur.
Evlerin  cephesi,  pencereler ve zaman, zaman üst  kat çıkmasını taşıyan konsollar, kat ayırımını vurgulayan kornişler, ahşap  balkon ve balkon kemerleri ile hareketlendirilmiştir. Yapıların üzerlerini  örten yapı malzemesi o dönemin iklim şartlarına göre yapılan düz, toprak  damlardır. Evlerin temel yapı malzemesi kerpiçtir. Ahşap malzeme ise içeride,  tavanlarda (taşıyıcılar), dolaplarda, kapı, pencere ve dışarıda ise balkonlarda  kullanılmıştır.
Süslemelerde  ise kerpiçlerin, dış cephede duvarlara değişik dizilmeleri ile yer verilmeye  çalışılmış estetik ve sade bir görünümü vardır. Pencere kenarları, dışarıdan  Selçuklu öğesi taşıyan, kültürümüzün önemli unsurlarından birini; miğfer kubbe  anlayışını ortaya koyar, bakıldığında miğfer görünümü bariz bir şekilde kendini  gösterir.
              Pencerelerde  cumba yerine önem verilerek yapılan, genelde sade olan korkuluklar  kullanılmıştır. Evlerinin giriş kapılarının her iki yanını süsleyen iki sütunçe  üzerine çiçeklik nişleri vardır. Kapılar çift kanatlı olup genelde metal  ağırlıklı yapılmıştır. Kapılar sade görünümlü kapı tokmakları ya da kilit  bağlantıları ile yapı malzemesini tamamlar. Kapıların içeri açılan kısmında  girişi sağlayan bir basamak yüksekliğinde seki bulunur. İçeride alt kat,  genelde mutfak, banyo, tuvalet ve zahire odası ile birlikte merdiven boşluğunu  oluşturan girişlerden oluşur. Yukarı çıkıldığında, esasen geleneksel Türk  konutunda yer alan sofa ile aynı amacı taşıyan ve alt kattan uzanan ahşap  merdivenle çıkılan bu ilk ve evin en geniş kısmını oluşturan mekânlar, cepheye  bakan daha çok sohbet amacıyla kullanılan büyük salonlardır. Bu salonlarda  ahşap veya taştan, pencere önlerinde sedirler bulunmaktadır. Üst katta yer alan  bütün mekânlar (odalar), bu salon etrafında sıralanır. Misafir odası olarak  adlandırılan ve büyük salonun etrafında ön cepheye bakan bazen birden fazla  olan, evin en güzel eşyalarını içerisinde de barındıran ya da diğer odalara  göre daha gösterişli olan bu odalar, misafir ağırlama, sohbet etme amaçlı  yapılmıştır.
Evlerde mekânları bir birine bağlayan  kapılar basit ve gösterişsizdir. Çok büyük bir çoğunluğu tek kanatlı olan  kapıların hemen hemen hiç birinde süsleme yoktur. Bütün kapılar eşikli ve demir  mandallı kapı kolu sistemi ile yapılmıştır. Kapı boyutları, bulundukları konuma  ve fonksiyonlara göre değişik ölçüler vermektedir. Genelde her oda da küçük  ahşap dolaplar (gömme) ve büyük çift kanatlı, çekmeceli yataklıklar mevcuttur.
Evlerin  duvar kalınlığı (dolgu duvarlar) 60–70 cm’dir. Bu yüzden mekân içerisinden  bakıldığında pencereler loş bir hava verir.
Mekân  içerisine açılan pencere yapıda kullanılmaz, evin tavan kısımları kaplamasız,  olduğu gibi bırakılır, taşıyıcılar kendini gösterir. Döşemeler ise zeminde (alt  katta) sıkıştırılmış killi toprak veya düzgün sal taşları ile; üstlerde ise  ahşap malzeme ile kaplanır. Her odanın pencere önünde yüksekliği 30-50 cm, genişliği 50-90 cm arasında değişen  sedirler mevcuttur. Ahşap veya kerpiçten oturma yeri olarak düzenlenen sedirler  pencere önlerine bitişik yapılırlar.
              Mutfaklar,  evin önemli ve geniş yerlerinden biridir. İçerisinde ocak (niş şeklinde) diğer  adıyla şömine bulunur. (Bazı yapılarda yoktur.) Yemek odasının hemen altında  bulunduğundan mutfaktan yemek odasına, yiyecek ve içecekler asansörvari bir  makara sistemiyle duvar içerisindeki boşluktan çıkarılır ve indirilir.
Banyoda,  çol denilen günümüz küvetini andıran suyun mekân içerisinde etrafa sıçramasını  engelleyen köşeye yapılmış ayrı ve açık bir kısım bulunur, büyük banyo  kazanları her yerde olduğu gibi burada da kullanılır.
Evin  iç duvarlarının tamamında sıva olarak saman, keçi kılı, sönmüş kireç karışımı  kullanılır. Sonradan üzerine badana yapılarak duvar yüzeyi tamamlanır.
Sonuç olarak bu evler  haremlik-selamlık diye ayrılmasa bile, bunun fiilen uygulandığı görülür. Bütün  bunlara binaen kendi kendine yeten o dönemdeki kapalı ekonominin etkisi burada  da gözlenir
.