GOOGLE+

Home » » MUĞLA

MUĞLA

Rate it :


MUĞLA:


Muğla’nın Tarihi


Tarih Öncesi Dönem

Antik Karya bölgesinin en eski yerleşimlerinden biri olan Muğla, bilinen tarihi boyunca başlangıçta Anadolu’nun yerli halkı Karyalıların, ardından kısmen ve kısa dönemler halinde Mısır, Asur ve İskit işgallerinin, zamanla da özellikle kıyılarda Helenistik kolonizasyon hareketinin egemenliği altında kalmıştır. Önce Medler, daha sonra Persler Muğla’yı idareleri altında almışlar ve bölgeyi bir satrap aracılığıyla yönetmişlerdir. Büyük İskender’in ordularıyla gelişinde Muğla bölgesi bir Karya satrapı tarafından yönetilmekte idi.
‘Karya’ isminin bölgeye M.Ö.3400 yıllarında gelen kavimlere önderlik etmiş ‘Kar’ isimli bir komutandan kaynaklandığına ilişkin tezler öne sürülmektedir. Bölge çağlar boyunca Karya olarak anılmış ve kuzeyde Söke, Aydın, Nazilli üzerinden başlayıp güneyde Dalaman Çayının denize döküldüğü yerde biten Karya bölgesi, kuzeyinde Lidyalıların, güneyinde Likyalıların ve Anadolu içlerinde de Frigyalıların hüküm sürdüğü bölgelere komşu olmuştur.
Kavimleri Karya bölgesine kıyılardan başlayan çok uzun bir süreçte nüfuz etmişlerdir. Knidos (Datça yarımadasının ucu) ve Halikarnas (Bodrum) ile başlayan Helen kolonizasyonu ile zamanla Daldala (Dalaman), Stratonikea (Yatağan Eskihisar), Nakrasa (Karakuyu), Akassos (Bozüyük) ve Fethiye çevresinde de Telmessos, Xantos (Kınık), Patara (Minare) ve Tlos (Eşen) kentleri kurulmuştur.
MÖ 334 yılında Karya’ya gelen Büyük İskender, Perslerin çekilmesiyle ortaya çıkmış kardeşlerarası bir saltanat kavgasıyla karşılaştı. Kardeşlerden Ada ve ağabeyi ve kocası Hidrieus ile Mausolus ve kızkardeşi ve karısı Artemisia, diğer kardeş olan Piksodaros’un isyanı ile karşı karşıyaydılar ve bu nedenle kuzeye Alinda’ya (Karpuzlu) çekilmişlerdi. Ada Alinda’nın anahtarlarını Büyük İskender’e göndererek kendisini annesi olarak kabul etmesini istedi. İskender de bu isteği kabul ederek Ada’yı Karya satraplığına getirdi. Ancak ertesi yıl İskender’in Likya’ya geçmesiyle Piksodaros ablası satrap Ada’yı öldürerek yerine geçti. İskender’in haznedarı Filotas’ı satraplığa ataması da asayişi sağlamadı ve İskender’in uzaklaşmasıyla bölge Bergama ve Roma egemenliğine kadar (yaklaşık iki yüzyıl) sürecek bir anarşi döneminin içine düştü. 395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla da Karya Bizans İmparatorluğu içinde kaldı.
Muğla ili tarihî kalıntılar açısından son derece zengin olup, sınırları içinde 103 ören yeri bulunmaktadır.

Osmanlı dönemi

Muğla, kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve her devirde önemini korumuş bir bölgedir. İslam hâkimiyetinden önceki medeniyetler tarafından Karya, İslam hâkimiyeti sonrasında da Menteşe ismini alan bölgenin ismini nerden aldığı konusu açık değildir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Muğla ismi konusunda şunları yazmıştır:
Sene (…) tarihinde büyük bir savaş olmuş ve Rum keferesinin elinden Menteşe Oğlu Darahikey Veziri Muğlı Bey fethetmiştir. Muğlı Bey Mahan memleketinde Hz. Muhammed (SAV)’i rüyasında görüp daha sonra ulemanın huzurunda İslamiyeti kabul etmiştir. Muğla Kalesi’ni fethettikten sonra ise bu şehrin ismi Muğla diye anılmaya başlanmıştır. Farsça’da ‘Muğ’ kafir anlamına gelmektedir. Muğlı Bey Müslüman olduktan sonra birçok hizmetler yapmış ve birçok gazaya katılmıştır.
Evliya Çelebi, Muğla isminin kaynağını bu şekilde yazsa da bu bilgiler doğrulanamamıştır. Büyük olasılıkla Muğla ismi, antik çağdaki ismi olan Mobolla’nın bozulmasıyla ortaya çıkmıştır. Mobolla ismi daha sonraki Türk hakimiyeti sırasında ‘Mogola’ olsa da 1307 (m. 1889) Aydın Vilayeti salnâmesinde ise ‘Mobella’ olarak belirtilmektedir.
Muğla’da ilk yerleşimlerin ne zaman başladığı hakkında önemli bir bilgi yoktur. Fakat kentin eskiden İç Karya olarak adlandırılan bölgede yer aldığı bilinmektedir. Karya’nın M.Ö.2000’de Hititlerce de bilinen bir medeniyet olduğu göz önüne alınırsa Muğla’da yerleşimin bu tarihlere kadar geriye gittiği söylenebilir. Bazı kaynaklarda da bu bölgeye ilk yerleşenlerin Hititler olduğu yazılıdır. Sırasıyla Frig, Lidya, Pers, Makedon, Bergama Krallığı ve Roma hakimiyetini yaşayan şehir, Menteşe Bey tarafından 1284’de alınmasıyla ilk defa Türk hâkimiyetine girdi.
Yıldırım Beyazıd tarafından 1391’de Osmanlı hâkimiyetine giren Muğla’daki bu ilk Osmanlı hakimiyeti geçici olmuş, şehir 1402’de Timur tarafından alınmış ve nihayetinde 1425 yılında 2. Murat devrinde tam anlamıyla Osmanlı devletine bağlanmıştır. Kentin siyasi önemi Osmanlı devrinde daha da artmıştır, çünkü Menteşe Beyliği devrinde bu bölgenin yönetim merkezi Milas iken, Osmanlı devleti bu yeni sancağın yönetim merkezi olarak Muğla’yı seçmiştir.
Muğla, Osmanlı devleti dönemi boyunca dışarıya kapalı küçük bir şehir olarak kaldı. 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu toprakları İtilaf Devletleri tarafından paylaşılınca Muğla 11 Mayıs 1919 tarihinde İtalya tarafından işgal edildi. Anadolu’nun işgali sırasında Muğla’da Kocahan Mitingi düzenlenmiş ve tüm Anadolu şehirleri gibi Muğla’nın da bu işgallere direneceği ilan edilmiştir. Bunun üzerine kentte Vatan Müdafaa Cemiyeti, Serdengeçtiler Müfrezesi, Muğla Kuvayi Milliyesi gibi direniş komiteleri kurulmuştur. 1920’de Ankara’da açılan 1. Dönem meclisine 6 milletvekili gönderen kent İtalyanlar’ın kentte fazla etkin olmamasından yararlanarak Menderes boyunca başlayan Yunan işgaline karşı kurulan direniş faaliyetlerine katılmıştır. Ege’de 57. Tümenden kalanlarla birleşen gönüllüler, Aydın çarpışmalarında düşmana ağır kayıplar verdirmişlerdir. Ege illeri arasında Muğla işgal sırasında en fazla şehit veren il olmuştur. İç durumun karışıklığı, Yunanlar ve işgal ettiği yörelerde ekonomik egemenlik kurma düşüncesine dayanan İtalyan politikasını Muğla halkı işgal süresince kurnazca değerlendirmiş, iki ateş arasında kalmaktan kurtulmuş. Anadolu’daki durumun kötüye gittiğini anlayan İtalya, 2. İnönü Zaferi kazanıldıktan sonra ülkesindeki iç siyasal dalgalanmalarını öne sürerek 5 Temmuz 1921’de Muğla’dan ayrılmıştır.

Cumhuriyet dönemi

Cumhuriyetin kurulmasından sonraki idari yapılanmada Muğla ilinin yönetim merkezi olan şehir, dağlık yapısı ve dışarıya açılan elverişli bağlantı yollarına sahip olmadığından gelişememiştir. Yıllarca sadece il merkezi olmasının verdiği hareketlilikle gelişmeye çalışan Muğla son yıllarda özellikle üniversitenin açılması, yeni sanayi bölgesinin kurulması ve turizm faaliyetlerinin de artmasıyla dışarıya açılmaya ve gelişmeye başlamıştır.
2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile Muğla’da sınırları il mülki sınırları olan büyükşehir belediyesi kuruldu ve 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesi çalışmalarına başladı.

Muğla’nın Tarihi Yerleri

Telmessos

Antik çağda Telmessos kahinler kenti olarak ünlenmişti. Eski kent Telmessos Fethiye’nin sırtını dayadığı dağın yamaçlarından körfeze kadar uzanan geniş bir alanda kurulmuştu. Kalıntılar bugün de izlenebilir.
Başınızı kaldırıp baktığınızda yamaçta Amintas Kral Mezarı’nı göreceksiniz. İon sitilinde ve tapınuk türündeki anıt mezarın cephesi iki sütunludur. Soldaki sütunun orta kısmında “Herpamias oğlu Amintas” yazılı. İçeride üç taş peyke bulunmaktadır.
Kentin içinde ve çevresinde pek çok lahit ve kaya mezarı göreceksiniz. Anıtsal lahit mezarlardan en önemlisi PTT yanındadır ve Likya dönemine aittir. Lahit, savaşçıları simgeleyen kabartmalarla bezenmiş.
Şehrin güneyinde yükselen tepenin üzerindeki Telmessos akropolünde Aziz John Şovalyelerinin yaptığı sanılan bir kalenin kalıntıları var. Kale Osmanlı döneminde de kullanılmış. Tepeye çıkanlar, sur kalıntıları, sarnıç ve tepenin doğu yüzünde küçük kaya mezarları görecekler.
Telmessos’un amfi tiyatrosu, iskelenin hemen üzerinde sürdürülen kazılar sonucu ortaya çıkarıldı. Erken Roma döneminde inşa edilen, M.S 2. yy’da onarım geçiren tiyatronun 5.000 kişi kapasiteli olduğu ve Bizans döneminde Arena olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Şimdiki hali ile 1.500 kişinin kullanımına cevap veren Telmessos Tiyatrosunun onarımı için hazırlıklar sürüyor.

Halikarnassos

Halikarnassos, şimdiki kalenin bulunduğu yarımada üstünde Zephyria adında küçük bir kentçiğin yerinde gelişmiştir. Kurucusu Troezenli Poseidon oğlu Anthes’tir. Aioller, İyonlar ve ardından güney Ege kıyılarına gelen Dorlar yörede altı kent ile birlik oluşturmuşlardı.
Halikarnassos’un büyümesi Karya satrapı Mausollos döneminde olmuştur. Liman kentlerinin getirdiği olanakları bilen Mausollos, surlarla çevirttiği kenti Hellen geleneklerine göre oluşturdu. Roma çağında uzun süredir hiç deprem yüzü görmemiş olmakla övünen Halikarnassos, tarihçi Herodotos’un doğum yeridir. 1291 yılında bölgeyi elegeçiren Menteşe Türkleri’nin ardından Osmanlı döneminde, 1424 yılında, Bodrum Menteşe sancağının sınırları içinde kaldı.
Karya satrapı Mausollos’un ölümüyle eşi ve kızkardeşi Artemisia tarafından İ.Ö. 350 yılında yaptırtılan anıt mezarın mimarı Pytheos idi. Halikarnassos’un orta yerinde geniş bir arazi üstünde yükselen yapı, kaide kesiminde heykellerle bezeliydi. İyon sütunlarından oluşan orta kesiminin duvarları da kabartma dizileri ile zenginleştirilmişti. Piramitin tepe noktasında ise bir dört atlı araba, arabanın üstünde iki figür durmaktaydı. Ünlü yontucular, Skopas, Leokhares, Bryaksis ve Timotheos kabartma ve heykelerin yontulmasında çalışmışlardı. Görüldüğü gibi kent sanat açısından bir zirve yaşamış, ortaya çıkan anıtyapı tüm dillere “mozole” biçimiyle girmiştir. Mausollos, yakılan dev bir ateşte kül haline gelmiş, mezar odasına çeşitli armağanlar konduktan sonra kapısı dev bir taşla örtülmüştü. Mezarın giriş basamaklarında ise son yolculuğa uğurlanırken kesilen kurbanların kemikleri bulundu. Yapıyı taş ocağı gibi kullanan Rodos şövalyeleri, St. Peter/Bodrum kalesini inşa ettiler. 1857’de British Museum adına kazı yapan Sir Charles Newton ise kalanları derledi, adı geçen müzeye taşıdı. Son yıllarda modern araştırma ve kazılar Danimarkalı Christian Jeppesen tarafından yürütülmüş, ele geçen bulgular yapının yakınındaki müzede sergilenmeye başlamıştır. Mausolleion, eski Gümüşlük yolu üstünde, Tepecik camiinden içeriye dönen sokağın sonunda yeralır.

Kaunos

Kaunos’u Dalyan’dan tekneyle de gelinebiliyor. Ören yeri iskelesinden on dakikalık bir yürüyüşle Kaunos antik kentine ulaşılıyor. Denizden yatla gelenler Delikli Ada çevresinde demirleyip tekneyle kanalı izleyerek iskeleye çıkabiliyorlar.
Kaunos ticari açıdan önemli bir liman kentiydi. Zamanla denizin alüvyonlarla dolmasıyla liman özelliğini kaybetti.
Tarihin babası Heredot’a göre Kaunoslular Karia’nın yerli halkındandı ama kendilerini Giritli sayıyorlardı. Coğrafyacı Strabon da Kaunos’un tersanesinin ve ağzı kapanabilen bir limanının bulunduğunu yazıyor. Kenti ikiz kızkardeşi ile uygunsuz ilişki kurduğu için sürülen Miletos’un oğlu Kaunos kurmuş. Dalyan’dan da görülebilen kaya mezarları ise MÖ. 4. yy’da yapılmış, daha sonraları Roma döneminde de kullanılmış.
Lykia tipi mezarların içinde ölülerin üzerine yatırıldığı üç taş yatak bulunmaktadır. Cephede iki İon sütunu, sütunların üzerinde firiz ve alınlık görülmektedir. Alınlıkların birinde arslan kabartmaları vardır.
Kentin limanı akropolün aşağısındaki Sülüklü Göl’dü. O zaman deniz Kaunos’un akropolüne kadar gelmekteydi.
Perslerin Anadolu’yu bütünüyle ele geçirmesi üzerine kent Mausolos’un yönetimine girdi. MÖ. 334’de İskender’in Persleri yenmesi üzerine Prenses Ada’nın, sonra Antigonos’un, daha sonra Ptolemaios’un yönetimine girdi. Rodos Krallığı, Bergama Kralığı ve Roma egemenlikleri altında kaldı. Limanın dolmasıyla önemini yitirmeye başladı.
Akropol 152 metre yükseklikteki tepeye kurulmuştur. Surların kuzey yönünde olanı orta çağdan kalmadır. Uzun sur limanın kuzey yönünden başlayıp Dalyan Köyü’nün ilerlerindeki sarp kayalığa kadar uzanıyor. Surun kuzey kısmı Mausollos döneminde yapılmıştı. Kuzeybatı yönündekiler Hellenistik dönemdendir. Limana doğru olanlar ise Arkaik Devir’den kalmadır.
Tiyatro Akropol’ün eteğindedir. 33 Oturma sırası bulunmaktadır. Tiyatronun batı yönündeki yapı kalıntılarından biri bazilika tipi kiliseye aittir. Diğerleri Roma Hamamı ve Tapınağa aittir.
Aşağıda tamamlanmayan bir daire biçiminde örülmüş ve yivsiz sütunları bulunan yapının arkasında üç basamakla yükseltilmiş podyum bulunuyor. Burada tapınağın kalıntıları görülüyor. Daire biçimindeki yapının ne olduğu ise bilinemiyor.
Eski liman olan Sülüklü Göl’ün kuzeyinde yapılan kazılarda stoa ortaya çıkarıldı. Çevresinde bir çok heykel kaidesi bulundu, ama heykeller bulunamadı. Stoanın yakınındaki çeşme restore edilmiştir.
Surları ve kuleleri bütünüyle görmek için uzunca bir keşif gezisine çıkılması gerekiyor.

Kalynda

Dalaman-Fethiye yolu üzerinde Dalaman’dan 2 km sonra sağda Şerefler köyü sapağını görecek ve anayoldan ayrılacaksınız. Şerefler sapaktan 1 km ileride. Kalynda antik yerleşiminin kalıntıları ise köyün okulunun 200 metre yukarısanda, tepe üzerinde çevresindedir. Kalynda bir Karia kenti. Kentten bugüne ulaşan fazla bir kalıntı yok. Hepsi hepsi birkaç duvar parçası o kadar. Tarihçi Heredot, Kalynda’dan söz ederken, kentin bir dönem Kaunos egemenliği altında kaldığını, sonra Knidos’un desteğini alarak Kaunos’a karşı ayaklandığını, Kaunos kuşatması başlayınca da bu defa Rodos’tan yardım istediğini anlatır. Kalynda’lılar sikke de basmışlar. Sikke üzerinde Zeus başı ile şimşek tutan kanatları açık kartal kabartması yer alır.

Hippokome

Dalaman’a 30 km uzaklıkta, Çöğmen köyü İt Asarı mevkiinde bir tepeye kurulmuş Hippokome yerleşimi kalıntıları meraklısına ilgi çekici gelebilir. At Şehri anlamına gelen Hippokome’de şehrin güneyodoğusundaki kayalıklarda 6 kaya mezarı göze çarpar. Şehrin güneybatı bölümlerindeki kayalıklarda ise tıpkı Fethiye Telmessos’dakine benzer kaya mezarları, bugün Kepezbaşı denilen bölgede ise Roma ve Bizans dönemine tarihlenen bina kalıntıları vardır.

Hyllarima

Yatağan-Kavaklıdere yolu üzerinde, Kavaklıdere kavşağı yakınlarındaki Çayboyu köyü içinden geçip 7 km ötedeki Derebağ köyüne çıkacaksınız. Hyllarima antik kenti kalıntıları biraz yukarıda, tepenin çevresine yayılmış.
İyi durumda bir Roma dönemi tiyatrosu, sur kalıntıları, kaya mezarları dikkati çeken kalıntılardır Ullarima’dan bugüne kalan.

Labranda

Milas’ın kuzeyindeki Kocayayla’da (14 km.) bulunan Labranda Türkiye’nin en iyi korunmuş antik kentlerinden birisidir. Yolu iyi durumda. Çam ve çınar ağaçları arasında, hemen her zaman tatlı bir esintiyle serinleyen havada çok güzel bir antik kent gezeceksiniz. Labranda antik çağda 8 metre genişliğindeki bir kutsal yolla Mylasa’ya bağlıydı. Yolun izlerini bugün de görmek mümkün.
MÖ. 5. yy’da kentte bir kutsal alan olduğu biliniyor. Güneydoğu ve güneyde bulunan iki giriş kapısı ayaktadır. Zeus Tapınağı, stoa, tapınağın güneyindeki büyük teras tuvarı, kült yemeklerinin yendiği andron, saray olduğu sanılan büyük yapılar, teras evleri kalıntıları görülebilmektedir. Kazılarda ortaya çıkarılan Andron pencereli bir yapıdır ve Hellen döneminde pencere kullanıldığını kanıtlamaktadır. Kentte Roma Çağı yapıları da görülmektedir.
Kutsal alanın 200 metre batısında arkası istinat duvarıyla sağlamlaştırılmış stadyum vardır. Kutsal alanda her yıl yapılan ve 5 gün süren şölenler sırasında stadyumun yarışlara sahne olduğu sanılıyor. Yarışların başlama ve bitiş taşları bugün de yerli yerinde.

Euromos

Bafa Gölü’nü geçip Milas’a doğru gelirken yolun solunda göreceğiniz Euromos tabelasından girin, (Milas’a 12 km. kala) 1 km. içeride eskiden Mylasa ile birleşik olduğu belirlenen Euromos antik kentini göreceksiniz. İyi korunmuş durumdaki Zeus Tapınağı’nın cephesindeki 8 sütun ayaktadır. Sütunların diğerlerinin de ayağa kaldırılması mümkün. Sütunlar üzerindeki kitabelerde tapınağın yapımına para yardımında bulunanların isimleri yazılıdır. Etrafı zeytinlikle çevrili kentin tiyatrosunun beş sırası görülebiliyor. Tapınağın önünde açıklayıcı bir tabela göreceksiniz. Bir de tuvalet bulunuyor. Tapınağın Hadrian Döneminden sonra yapıldığı hesaplanmaktadır. Tapınağın karşısındaki(batı yönünde) yamaçları dolaşırsanız sur kalıntılarını görebilirsiniz.

Iasos

Güllük’ten dolmuş motorları ile veya karayoluyla Milas yolundan ayrıldıktan sonra 18. km’de ulaşacağınız Kıyıkışlacık Köyü’nde köyle iç içe bir antik kent göreceksiniz: İasos. Köylüler patikaları kestirme yol olarak kullanıyorlar, keçiler otluyor, eşeklerini bağlıyorlar. Köy dar girişli dalgakıranla korunan bir doğal limanın kıyısına kurulmuş. Girişte antik kenti göreceksiniz. Ören yerinin girişinde plan ve açıklayıcı bilgilerin yer aldığı tanıtım tabelaları ihtiyacı karşılamaya yetiyor. Ören yerlerinde görmeye alışık olmadığımız kadar da şık. Argoslu kolonistlerin kurduğu kente sonra Milet’ten göçmenler gelip yerleşmişlerdi. Kentin baş tanrıları Apollon ve Artemis idi. Dionysos adına da festival düzenleniyordu. Kent bu festivalleri ile müzik ve tiyatro merkezi olarak tanınıyordu.
Çevresi Roma döneminde sütunlu portiko ile belirlenen agoranın batı kenarında bir odeion, heykelinin yağmurdan ıslanmadığına inanılan Artemis tapınağı yeralıyor.
Zeus Megistos tapınağı, kentin doğu yüzünde çeşitli yazıtlar, bir adak yapısı ve adak steli dizisi aracılığıyla saptanmış kutsal yere sahip. Tiyatro, Zeus tapınağı alanının üstündedir. Epikrates oğlu Zopatros tarafından Roma çağında onarılan yapı, Hellenistik geleneklere göre kurulmuştu. Tiyatro duvarlarındaki yazıtlar, oyuncular, müzisyenler ve bu etkinliklere destek veren kişilerin adlarını yansıtmaktadır. Kentin en üst noktasındaki kale, Hıristiyanlık döneminden kalmadır.
Tepe noktasından Kıyıkışlacık koyu içinde suların üstünde bir bölümü bulunan mendirek-fener yapısı izlebilir. Batıdaki kayalık düzlemde ise kenti karadan koruyan uzun duvarlar bulunmaktadır.

Bargylia

Boğaziçi köyünün eski adı Barglya. Bir Karya kenti olan Barglya bir zamanlar deniz kıyısındaydı. Önündeki bataklık ise Osmanlı döneminde tuzla olarak kullanılmış. Kentin adı, halk dilinde Varvil’dir. Bellorophontes adlı kahramanın kanatlı atı Pegasos’un çiftesi ile ölen arkadaşı Bargylos’un anısına kurdurmuş olduğu ilkçağ yazarlarınca bildiriliyor. Karya dilinde kentin adı Andanos idi. Karşı dağlarda Kemikler köyünde bulunan Artemis Kyndias tapınağı kentin kutsal alanıdır. Kent öreni Bizans döneminde yapılmış düzenlemelerle bir savunma hisarına döndüğü için yapı malzemeleri bu duvarlarda karşımıza çıkar.
Kalıntılar koyu boyunca uzanan tepelik üzerine dağılmıştır. Kuzeye bakan Hellenistik tiyatro ve tapınak alanları bir keşif gezisi gerektirir.

Herakleia / Latmos

Antik Heraklia kentine gölün Bodrum yönündeki bitiminden Çamiçi Köyü’nden dönülüp 9 km’lik asfalt yolla varılıyor. Hellen standartlarında inşa edilen Herakleia, düzenli bir plana sahipti. Özellikle kent savunması, duvar teknikleri, sağlam kuleler bakımından incelenmesi gerekir.
İlkokulun bulunduğu düzlem çok katlı Hellenistik agoradır. Bir kaya üstünde yeralan Athena tapınağı, mermer yazıtından kolaylıkla teşhis edilmiştir. Agoranın doğusundaki bir ev avlusunda yeralan boulevterion, göl kıyısına inerken görülen kaba saba bir yapı olan Endymion sunağı ve yukarı yamaçlardaki tiyatro, kentin zeytin ağaçları ve gnays kayalıkları arasına saçılmış önemli yapılarıdır.
Beşparmak dağına çıkan yollar, döşemeler, hem yukarı kale savunma sistemleri hem de Kapadokya gibi 10-13 yüzyılda göl çevresinde ve adacıklara dağılmış gelişkin Hıristiyanlık anıtlarına ulaşmada yerli rehberlerden yararlanmak kaydıyla gezginleri keşiflere taşır.
Heraklia’nın bilinen tarihi MÖ. 7. yy’a kadar uzanıyor. Hellenistik ve Roma Dönemlerinde parlayan kent deniz ticareti ile zenginleşmiş. Bizans döneminde de piskoposluk merkeziymiş.
Endymion Kutsal Alanı Hristiyanlık döneminde de kutsal sayılmış. Endymion’un ilginç bir mitolojik hikayesi var: Ay Tanrıçası Selene bir gece burada uyuyan çoban Endymion’u görmüş ve ona vurulmuş. Zeus Selene’nin aşkını kıskanmış ve öfkeyle bir ceza vermiş genç çobana. Çobanı hiç uyanmamaya, sonsuz bir gençlik uykusunda uyumaya mahkum etmiş. O günden sonra oracıkta uyumuş kalmış Endymion, hiç uyanmadan. O derin uykusunda düşler görürken Ay Tanrıçası Selene her gece gelip yanına yatarmış. Selene böylece Endymion’a tam elli çocuk doğurmuş.

Keramos

Ören Akyaka arasında antik Keramos kenti kalıntıları bulunmaktadır.
Karyalıların Krysaor Birliği’nin bir üyesi olan Keramos’un adının anlamı çömlektir. Hellenistik çağda, Rodos egemenliği altında bulunan kent, bu dönemde kuzey komşusu Stratonikea ile bağlaşıklık imzalamıştı. İ.Ö. 129 yılında düzenlenen Roma’nın küçük Asya eyaleti içinde yeralan Keramos, bundan sonraki evrede önemini giderek yitirmiştir. Ören’in arkasında yeralan Meşekayası dağları üstünde sur duvarları bulunur. Surların alt kesimleri çokgen taş dizilerinden oluşurken, üst kesimlerde düzenli çizgi katları yapan duvar tekniği gözlenir. Kayalık bir terasta yeralan ve halk dilinde Bakıcak diye bilinen yerde, kentin iki önemli tapınağı, 25 metreye varan uzunlukları ile görülürler. Kurşunluyapı, taşları birleştirmek için kullanılan kurşun zıvanalardan bu adı almıştır. Güney ve batıda özgün biçimini korumuş olan bu güzel teras duvarlarının doğusu yıkılmıştır. Terasın üstündeki düzlemde ise Korinth ve İyon düzeninde yapı parçaları bulunur. Sözkonusu tapınak alanının olasılıkla Zeus Krysaoreus’a ilişkin olduğu ileri sürülmektedir.
Kasaba içinde bulunan Akyapı, Roma dönemine ilişkin büyük bir yapı kompleksidir. Gökova yoluyla gelenler, Ören’e ulaşmadan Meşekayası dağının arka kesimlerinde su kemerleriyle karşılaşırlar.

Stratonikeia

Yatağan’dan çıktıktan 7 km sonra sonra sağınızda delik deşik kömür ocaklarının yanından geçeceksiniz. Bu çevre katliamına hayıflanırken bir tabela gözünüze çarpacak. Yoldan 1 km içerideki bir antik kenti işaretliyor bu tabela. Stratonikeia’yi.
Khrysaor birliğinin bir kenti olarak bilinen Stratonikeia’ın eski adı İdrias idi. İ.Ö.281-261 yılları arasında tahtta bulunan Seleukos kralı Antiokhos’un karısı Stratonike adına kent yenilenmiştir. İ.Ö. 133 yılında Pergamon krallığının Roma’ya miras kalması karşısında ayaklanan Aristonikos’un kente sığınması sırasında Romalılarca kuşatılmış, halkı açlıktan kırılmıştır. Bir zamanlar bol bulunan su kaynakları Eskihisar köyüne çınarların gölgesinde ve ilkçağ anıtlarının yanıbaşında bir görsellik veriyordu.
Şimdi terkedilmiş olan Eskihisar köyünün kuzeydoğu köşesinde büyük kesme taşlar ile tahkim edilmiş kalenin yıkıntıları, kentin kuzey kenarında büyük bloklardan oluşan ana giriş kapısı, kentin tam ortasında en iyi durumda olan yapı Bouleuterion(küçük tiyatro), batısında bu alanın anıtsal giriş kapısı(Serapis Tapınağı olduğu da söyleniyor), kentin batısında gymnasion, giriş kapısının önündeki kutsal yolun kenarında da oda mezarlar antik kent gezisinde karşınıza çıkacak kalıntılardır.
Kentin akropolü güneydeki dağın tepesinde. Çevresi surlarla çevrili. Karayolunun hemen altındaki bir teras üzerinde yazıtında imparator için yapıldığı yazılan küçük bir tapınağın kalıntıları göze çarpar.
Aşağıda büyük bir tiyatro çıkacak karşınıza. Yapılan kazılarla sahne binasının kalıntıları büyük ölçüde ortaya çıkarılmış.

Lagina

Stratonikeia kadar önemli bir başka antik kent daha var yakınlarda. Lagina. Yatağan-Milas yolunun bu defa 3. kilometresinden ayrılan Turgut yoluyla ulaşılıyor bu ören yerine. Ayışığının ve yol ayrımlarının tanrıçası olan Hekate’nin tapınağı Lagina adındaki bu kutsal yerde yükseliyordu. Günümüzde kazılar sonucunda dairesel propylonlu avlunun bir bölümü ortaya çıkarıldı. Tapınak İÖ 40 yılında Parthların akınına uğrayarak yağmalanmış. Ayakta duran avlu kapısının üstündeki yazıtta Augustus tarafından tapınağın onartıldığı (İÖ 27) yazıyor. Tapınak, Hellenistik çağın modasına uygun, yalancı ikisıra sütunlu planda, Korinth düzenindeydi. Stratonikeia kentini kuran Seleukosların bir bakıma modernist yaklaşımı olan Korinth düzeni, burada özellikle kullanılmış olmalı.
Lagina kazıları, müzeciliğin babası sayılan Osman Hamdi bey tarafından 1891-1893 yıllarında yapılmış ve elegeçen kabartmalar İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne taşınmış.
Günümüzdeki kazılar ise Prof. Dr. Ahmet A. Tırpan tarafından yapılmaktadır. Son kazılarda tapınağın mimari parçaları düzenlenmiş, propylon kazılarak tümüyle ortaya çıkarılmış ve Güneydoğuda niteliği bilinmeyen bir kutsal yapı keşfedilmiştir.

Bodrum Kalesi

İki liman arasında kayalık bir alan üzerinde kurulmuştur. Antik çağda önce ada olan bu alan sonraları anakaraya bağlanarak yarımada şeklini almıstır. 1406 – 1523 tarihleri arasında inşa edilen St. Jean Sövalyeleri’nin kalesi, kare planlı, 180 x 185 m. ölçülerindedir.
İç kale içinde degişik ülke adları verilmiş kuleler bulunmaktadir. En yüksek kule deniz seviyesinden 47.50 m. yükseklikteki Fransız Kulesi’dir. Bu kuleden baska; Italyan, Alman, Yılanlı ve Ingiliz kuleleri de bulunmaktadir. Kalenin doğu duvarı dışında kalan bölümleri çift beden duvarları olarak takviye edilmiştir.
İç kaleye 7 kapı geçilerek ulaşılır. Kapılar üzerinde armalar bulunmaktadir. Armalar üzerinde haçlar, düz veya yatay bantlar, ejder ve aslan figürleri bulunmaktadir. Iç kalede Sapelin altı dahil olmak üzere 14 sarniç vardir.
Kale korugani, çiftli duvarlararasi su hendeği, asma köprü, kontrol kulesi, II. Mahmut tuğrası kalenin göze çarpan yerlerindendir. Bodrum Kalesi, 19. yüzyil sonunda kalenin hapishane olarak kullanıldığı dönemde bir hammam yapısı ile Osmanlı niteliği kazanmıştır.
Kale bugün Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadir. Müze kolleksiyonlaronda bulunan eserler Türk hammamı, Amphora sergilemesi, Dogu Roma Gemisi, Cam Salonu, Cam Batığı, Sikke ve Mücevherat Salonu, Karyalı Prenses Salonu, Ingiliz Kulesi, Işkence ve Katliam Odaları ve Alman Kulesi’nde sergilenmektedir. Ayrıca, 33.5 dönüm genişliğindeki bir arazi üzerine kurulmus olan kalede açik mekanlarda da eser sergilemesi yapılmaktadir.
Share this article :

Yorum Gönder

 
TOP
©. TÜRKİYE -
-