GOOGLE+

Home » » ÇANKIRI

ÇANKIRI

Rate it :


ÇANKIRI:


TARİHİ


Tarih Öncesi Dönem

Tarihçiler, İ.Ö. 2000’lerde Mezopotamya’dan Anadolu’ya mal satmak üzere gelen Asur tüccarlarının Mısır ve Mezopotamya’da, İ.Ö. 3200’lerden beri bilinen “yazı”yı getirdiklerini, bu tarihin aynı zamanda Anadolu için yazılı tarihin başlangıcı olduğunu kabul etmektedirler.

Özellikle Kültepe ve Kayseri’de bulunan bazı kil tabletlerinden bu dönemde, Anadolu’da yaşayan halklarla ilgili önemli veriler elde etmek mümkündür. Kiltepe tabletleri ya da Kapadokya tabletleri olarak bilinen bu tabletler üzerinde yapılan dil çözümleme çalışmalarında, Orta Anadolu’daki bazı yer ve kişi adlarına rastlanmıştır. Örneğin, bu tabletlerde, sonradan Protohatti olarak adlandırılan, Hatti dili ile konuşan ve bu bölgede yaşayan bir etnik grup olduğu kaydedilmektedir. Hattiler’in nereden ve ne zaman geldikleri kesin olarak bilinmemekle beraber, eldeki verilerden, bu dönemde ve bu yörelerde yaşadıkları ortaya çıkmaktadır. Aynı tabletten, Hattiler’in Orta Anadolu’da Kızılırmak yöresinde (Marassantiya), bir başka topluluk olan Hurriler’in, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Luviler’in ise, Güney ve Güneybatı Anadolu yöresine yerleştikleri anlaşılmaktadır.


Pontus Krallığı

Bölgede, çok sonraları Pontus Devleti’nin kurulduğu görülmektedir. Ama devletin ilk başkenti Ameseia (Amasya) Paflagonya sınırları dışında kalıyordu. Bir Paflagonya kenti olan Sinop, sonradan Pontus Devleti’nin başkenti oldu (İ.Ö.183).
İskender’in ölümünden sonra onun komutanlarından Antigonos. Paflagonya kıyılarını ele geçirdi. Bu dönemde, Ilgaz Dağlarının güneyi Galatyalı Mersias’ın yönetimi altındaydı. Pontuslular İ.Ö. 126 dolayında, buraları da ele geçirdiler.
Paflagonlardan sonra Anadolu’ya geçmiş olan Bitimler, batıda Bursa-İznik-Bilecik dolaylarında, giderek güçlenen bir devlet kurmuşlardır. Gangra’nın (Çankırı) bir yerleşim merkezi olarak kuruluşu da bu döneme rastlamaktadır. Bu dönemlerde, yerel oyma beyleri, gerek Pontus Kralları, gerekse Bitin ve Galat beyleriyle sürekli çatışıyorlardı. Mitridates döneminde, bölge askeri hareketlere sahne olmaktan geri kalmadı. Özellikle, III. Mitridates Savaşı sona erince Pontus Krallığı parçalandı. Pompeius Magnus’un kendi adıyla anılan yasalarla getirdiği yeni bir düzen uygulanmaya başlandı. Bu yeni düzen Paflagonya’nın Pontus ve Bitimya olarak ikiye ayrılmasına yol açtı (İ.Ö. 104). Bitim Devleti ile Portus Kralı VI. Mitridates, Paflogonya’ yı aralarında paylaştılar. Paflogonyanın iç kesimleri Pilaimenes soyunun egemenliğine bırakıldı.
Roma Dönemi
MS 5 yılında Gangra (Çankırı), Antrapa (İskilip/Çorum) ile birlikte tüm paflagonya, Romanın Galatya vilayetine bağlandı.
Roma döneminde bölgeyi en çok etkileyen olay, Galatya Kralı Deitaros’un yönetimi oldu.
Deitaros, Roma İmparatoru Sezar’ın öldürülmesi olayını (M.S.41) katıldıktan sonra, Paflagonya’ya döndü ve Trokme diye anılan Galat oymağının topraklarını ele geçirdi. Deitaros Anadolu’daki Roma Eğemenliğinin önemli bir beyi olmuştur. Yönetimi altına aldığı yörede, kent yapımında ve tarımının gelişmesinde katkıları olmuştur. Roma topraklarının Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasından sonra ise, Paflagonya bir Doğu Roma Eyaleti oldu.
Bizans Dönemi

Bizans yönetimi altında Paflagonya, Honorias Pontus ya da Pilaimeles Teması diye anılan yerel bir birim durumuna getirildi. Pompeiopolis (Taşköprü) bu temanın başkenti oldu. Bu bilgilerin dışında bölgenin Bizans Dönemindeki tarihi oldukça karanlıktır. Ancak 1082’de Türklerin bölgeye gelmesiyle Bizans etkinliğinin kırılmaya başladığı görülür.
ANADOLU SELÇUKLULARI DÖNEMİ

1071’de başlayan Anadolu’nun fethi, Süleyman şahın 1075’de İzniki alarak Anadolu Selçuklu Devletinin temellerini atmasıyla devam etmiş, aynı zamanda 1080’deki büyük Türkmen Göçü ile Anadolu’daki Türk nüfusu hızlı bir artış göstermiştir. Bu fetihleri efsanevi olarak anlatan Danişmendnameye göre, Çankırı’yı fetheden Emir Karatekin, Melih Danişmend Gazi ile Emir Artuk’un arkadaşlarındandır.
Emir Karatekin, 1082’de Çankırı’yı aldıktan sonra Kastamonu ve Sinop’u topraklarına katarak egemenlik alanını genişletmiş ve gücünü sağlamlaştırmıştı. Danişmendname bu fethin Danişmendliler adına yapıldığını söylerse de, Bizans kaynaklarıyla öbür kaynaklar, Emir Karatekin’i Süleymanşah’a bağlı bir komutan olarak gösterir. Nitekim, büyük Selçuklu Sultanı Melihşah, başta Süleymanşah olmak üzere Anadolu’da kendisine karşı bağımsız bir güç oluşturan bu beylere karşı 1078’de Porsuk Bey, 1091’de Emir Bozan komutasında ordular gönderdi; Emir Karatekin’de bu ordularla çarpıştı ve savunmasını güçlendirmek için, Sinop yöresinden geri çekildi.
Türbesi Çankırı’da olan Emir Karatekin’in hangi tarihte öldüğü kesin olarak bilinmiyor. Bilinen yörenin, I.Haçlı seferinin sonuna dek Türklerin elinde kaldığıdır.1097’de İznik’i ele geçiren Haçlı ordularının Eskişehir üzerinden güneye doğru yönelmeleri sonucu Çankırı, Haçlı işgalinden kurtulmuştur. Ancak, 1100de Danişmendli beyi Emir Gazi Gümüştekin’in Malatya önlerinde Antakya Haçlı Kontu Bohemond’u tutsak alarak Niksara götürmesi, bunun üzerine de 1101’de Roymond’de Toulouse komutasındaki bir haçlı ordusunun Bohemondu kurtarmak için harekete geçti. Ankara’yı da alarak yakıp yıkan bu ordu; Çankırı önlerine gelmiş, kenti çok iyi savunan güçler karşısında başarısızlığa uğrayınca yöreyi yağmalayarak Kastamonu’ya geçmiştir. Bu ordu Amasya yakınlarında I.Kılıç Arslan ve Emir Gazi Gümüştekin’in güçlerine yenildi. Haçlılara yardım eden Bizanslıların elinde kalan Çankırı yöresinin Emir Gazi Gümüştekin 1106’da yeniden fethetti. I.Haçlı Seferinin etkisinin azalmasından sonra, kendilerini toparlamaya başlayan Anadolu Selçukluları ile Danişmendliler, birbirleriyle sürekli bir savaşa başladılar. Ayrıca Danişmendliler arasında da taht kavgaları eksik olmuyordu. Bu durumda yararlanan Bizanslılar, daha önce bitirdikleri bir çok yeri geri almaya başladılar ve 1132’de Vali Alparslan yönetimindeki Çankırı’yı da ele geçirdiler. Bir yıl sonra 1133’de Emir Gazi Gümüştekin Çankırı’yı Bizans egemenliğinden kurtardı ve 1134’de de öldü. Bunun üzerine oğullarıyla Anadolu Selçuklu Sultanı I.Mesut arasında yeni bir savaşı başladı. Bu arada Bizans İmparatoru Ioannes, Kastamonu’da bozguna uğratan Bizans güçlerinin öcünü almak için, kendi komutasındaki bir orduyla Çankırı önlerine geldi. Çankırı’daki Türk valisi öldüğünden kenti savunan güçleri karısı komuta ediyordu. Bizans ilerlemesine karşı, I.Mesut’la Danişmendli tahtına egemen olan Melik Muhammed birleştiler. Bunun üzerine Ioannes, Marmara Bölgesine doğru çekilerek kışı burada geçirdi. 1135 baharında yeni güçlerle Çankırı ve Kastamonu’yu kuşattı. Zorlu savaşlar sonunda Çankırı Bizanslıların eline geçti. Kentteki Türkler tutsak alınarak İstanbul’a götürüldü. Ancak Ioannes’in çekilmesinden kısa bir süre sonra kent Türklerce geri alındı.
I.Mesud, ölmeden önce (1155) eski Türk devlet geleneği gereğince ülkesini üç oğlu arasında bölüştürdü. II.Kılınç Arslan’ı Konya’da sultan ilan ederken, küçük oğlu Şahinşah’a Ankara, Çankırı ve Kastamonu yöresini verdi. Ancak, bu bölünme I.Mesud’un ölümünden hemen sonra taht kavgalarına yol açtı. Önce I.Mesud’un üçüncü oğlu Dolat öldürüldü. Sonra Şahinşah, Çankırı’da ayaklandı. Damatlarından Yağıbasan’da, II.Kılınç Arslan’ın sultanlığını tanımayarak Kayseri üzerine yürüdü. Uzun süren bu iç savaş sırasında Yağıbasan, Anadolu Selçuklu tahtına çıkarmak istediği Şahinşah’ın ve Bizans İmparatoru Manuel’in desteğini sağlayarak güçlendi ve 1162’de II.Kılıç Arslan’ı yendi. İstanbul’a giden II. Kılıç Arslan, Bizansla bir anlaşma yaparak, yeniden Anadolu’ya döndü ve yağıbasan’ın asıl merkezi olan Sivas’ı ele geçirdi. Bunun üzerine Yağıbasan, Şahinşah’la birleşmek için Çankırı’ya geldi ise de 1164’de burada öldü. Bu durum II. Kılıç Arslan’ın daha rahat hareket etmesini sağladı. Ankara ve Çankırı üzerine yürüyerek Şahinşah’ı yendi ve yöreyi egemenliği altına aldı.
II. Kılıç Arslan da ölmeden önce (1192) ülkeyi 11 oğlu arasında bölüştürdü. Merkezi Ankara olmak üzere Çankırı, Kastamonu ve Eskişehir yöresini Muineddin Mesud’a verdi. Ancak, ülkenin bu 11 parçaya bölünüşü daha II. Kılıç Arslan’ın sağlığında kardeşler arasında taht kavgalarının başlamasına yol açtı. Ölümünden sonra bu kavga giderek büyüdü. Bütün bunlara karşın Muineddin Mesud, yöredeki Bizans topraklarında yeni fetihlere girişti. Daha sonra, aldığı bazı yerleri, 1196’da Konya tahtını ele geçiren II. Süleymanşah’a vermekle birlikte yöreyi egemenliğinde tuttu. Ancak, 1203’te Süleymanşah’ça öldürülünce, yöre doğrudan Konya tahtına bağlandı. Daha sonra I. Keykavus’un (1211-1219) 1214’te Sinop’u alması, yöreyi Karadeniz üstünden gelebilecek tehlikelere karşı daha güvenli bir duruma getirdi. Anadolu Selçukluları’nın en parlak dönemi olan Alaeddin Keykubad’ın saltanatı sırasında (1219-1237), Çankırı en dingin ve zengin dönemini yaşadı. I. Alaeddin Keykubad, alası Cemaleddin Ferruh’u kente vali atadı. II. Gıyaseddin Keyhusrev döneminde de (1237-1246) bir ölçüde süren bu durum sırasında Anadolu’nun Moğol akınlarına uğraması, Anadolu Selçukluları’nı büyük ölçüde sarstı. 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra ülke bütünüyle Moğol egemenliği altına girdi. Bu dönemde Çankırı çeşitli baskılara uğradı. 1262’de II. Keykavus’un eski komutanlarından Ali Bahadır, Moğol egemenliğine karşı Ankara-Çankırı bölgesinde ayaklandı. Ama başarılı olamadı ve kaçmak zorunda kaldı. Moğollar’ın yöredeki egemenliğini temsil eden Sinop Beyi Muineddin Mehmed Pervane, 1293’te Çankırı’yı yağmaladı, her türlü para, mal, hayvan ve ürünü topladı.
BEYLİKLER DÖNEMİ
Çankırı yöresinin II. Kıçılarslan’ın oğlu Muineddin Mesud’ca yönetildiği dönemde (1192-1203), Kastamonu’da fetihlere girişen Hüsameddin Çoban Bey, daha sonraları yörede babadan oğula geçen bir gemenlik kurmuştu. Çankırı Fatihi Emir Karatekin’in soyundan olan Hüsameddin Çoban Bey, I. Keykavus döneminde (1211-1219) Melik ülumera (Beylerbeyi) unvanı taşıyordu. Çoban Bey, I. Alaeddin Keykubad’ın tahta çıkışında (1219) Konya’ya giderek bağlılığını bildirmesi sonucu I. Alaeddin Keykubad da onun beylik belgesini yenilemişti. Yöredeki geniş Türkmen kitleleriyle birlikte Çoban Bey, bir uç beyi olarak, Bizanslarla sürekli savaştı ve 1223’te Kırım’a yapılan sefere de katıldı. Bu tarihten sonra kaynaklarda adına rastlanmayan Çoban Beyin öldüğü yer ve zaman bilinmemektedir. Yerine geçen oğlu Hüsameddin Alp Yürek’in de yaşamı ve beylik süresi üstüne bir şey bilinmiyor. Onun dönemi üstüne bilgilerimizin yokluğu, 1243 ten sonra Anadolu Selçukluları’nın Moğol egemenliğine girmesiyle de ilgilidir. Nitekim, 1258 tarihli bir belgeden yöre gelirinin Vezir Tuğrayi’ye verildiği anlaşılmaktadır.

OSMANLI DÖNEMİ
Çankırı yöresi 1417’den sonra Candaroğulları’ndan Kasım Bey’in yönetiminde Osmanlı Devleti’ne bağlı olmakla birlikte, Kastamonu ve Sinop yöresinde Candaroğulları’nın egemenliği sürüyordu. 1461’de Fatih Sultan Mehmed, Trabzon seferine giderken, askeri ve ekonomik önemi olan Sinop’ u elinde tutan ve Trabzon’ daki Pontus Devleti’yle de ilişkileri olan bu beyliği kesin olarak ortadan kaldırdı.
Kasım Beyin 1464′ den sonra ölmesiyle Çankırı, Osmanlı yönetim düzeninde Anadolu Eyaleti’ ne bağlı bir sancak merkezi oldu. II. Beyazid’ in oğullarından Alemşah’ ın oğlu Osman Çelebi de, bir süre, Çankırı’da sancak beyi olarak bulundu. Ayrıca Çankırı doğuya yapılan seferlerde bir menzil yeri olarak belirlenmişti.
XVI. yy’ ın ortalarında bozulmaya başlayan ekonomik yapı ile birlikte artan toplumsal devinimler Anadolu’ nun öbür kentleri gibi Çankırı’yı da etkilemiştir. XVI. yy’ın ikinci yarısında ortaya çıkan bir başka önemli sorun da besin maddelerinin darlığı olmuştur. Bu darlık nedeniyle özellikle 1574, 1575 ve 1576 yıllarında büyük sorunlar ortaya çıkmıştır. 1574’te Anadolu’ nun çeşitli kentlerine zahire mübaşirleri yollandı. Bunlar beylerbeyleri ve sancak beyleri ile birlikte zahire satın almakla görevlendirilmişlerdi. Halkın tohumluk ve yiyecek gereksiniminden fazlası o günkü fiyat üzerinden toplanacaktı. Ama bu yöntem etkili olmadı; genellikle halkın elindeki alınırken yörede etkili kişilerin zahirelerine dokunulmuyordu. Ayrıca rüşvet, önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştı.
Bu dönemde toplumsal açıdan önemli bir olay da devlet görevlilerinin devlete karşı çıkarak, etkili oldukları yörelerde başına buyruk bir yönetim kurmalarıdır. Bunların başında tımarlı sipahiler geliyordu.
Çankırı Sancağı’ na bağlı Kurşunlu Kazası’ndan baba oğul her ikisi de tımarlı sipahi olan Mehmed ve oğlu Murad adlı kişiler, tımarlı olmalarına karşın rüşvetle subaşı olmuşlardı. Bu kişiler eşkıya reisi İbrahim ile birlikte yasal olmayan bir biçimde halktan para topluyorlardı. Bu durum karşısında dayanma gücü kalmayan halk, durumu İstanbul’ a bildirmiş, ayrıca, öbür kazalardan da kurullar yollanmıştı. Verilen emirde sancak beyinin, Kurşunlu ve Çerkeş kadıları ile birlikte bu iki zorbayı denetlemesi istenmiştir. Yollanan emir gereği üç kadı ile Çankırı Sancakbeyi, Kurşunlu’da tımarlı sipahi Mehmed ve oğlu Murad’ı yargılamaya başladılar. Bu tür davalarda, çevreye “davası olan gelsin” denilerek haber vermek gelenkti. Bu haber üzerine kalabalık bir şikayetçi topluluğu Kurşunlu’ya geldi. Bu arada olayı duyan çevredeki tımarlı sipahiler de toplanmışlardı. Bunlar, davacılara saldırarak, mahkemeyi bastılarsa da büyük bir tepki ile karşılaşınca, Kurşunlu’ dan kaçarak canlarını kurtarabildiler. Sancakbeyi, bu durumda yargılamanın yapılamayacağını bildirerek oturumu terk etti. Halkın direnmesine karşılık, sipahileri tutan sancakbeyi kadıları da razı ederek davayı açtırmadı. Bunun üzerine İstanbul, bu önemli davanın görülmesi için Ankara ve Sivrihisar kadılarını görevlendirmek zorunda kaldı. Yine aynı yıllarda Kara Kader, Cafer, Kirmani ve Şah isimli eşkıyaların da Çorum ve Çankırı yöresinde yol kesip hırsızlık yaptıkları bilinmektedir.
1576′ da tüm Anadolu’yu etkileyen suhte (medrese öğrencisi) hareketleri, Çankırı ve dolaylarında da görüldü. Örneğin 3 Ramazan 973 (24 Mart 1566) tarihinde Amasya Beyi’ ne yazılan bir yazıda; “Kengırı sancağında bazı gurbet ve suhte taifesinin toplanarak adam öldürdükleri ve yağmacılık yaptıkları haber alındığından, bu gibilerin üzerine il erlerinin gönderilerek haklarından gelinmesi”, 21 Şevval 973 (11 Mayıs 1566) tarihli Lalaya ve Sultan Murad Lalasına yazılan diğer belgede de; “Bolu’ da ve Kastamonu’ da suhte, Kengırı’da da gurbet taifesinin toplanıp eşkıyalık yapmalarına mani olunması ve suçu sabit olanların cezalandırılması” istenmektedir.
Bu olaylar sonucu halkın yöneticilerle olan ilişkilerinin gerginleştiği, halkın zaman zaman ayaklananları ve eşkıyayı yöneticilere karşı kullandığı bilinmektedir. Sonuçta ise yöneticiler kendilerini korumak amacıyla devriye birlikleri kurmuş, böylelikle halkla ilişkileri daha da gerginleşmişti.
Anadolu’nun hemen her yerinden “selamlık”, “sekban akçesi” adı altında vergi toplandığına ilişkin haberler geliyordu. Tosya kadısı, Çankırı Sancakbeyinin kethüdası hakkında yolladığı bir şikayet mektubunda, kethüdanın sancakta görevli tımarlı sipahilerle düzeni sağlaması gerekirken paralarını alarak sipahilere izin verdiğini, bunların yerine iki yüz adam toplayarak, sancak halkına vergi saldığını bildiriyordu. XVII. yy’ın başlarında İzmit’te Çankırı ve Çorum’a dek uzanan sancaklarda, beylerin buyruğunda çalışan zorbaların, subaşı ve kethüda olarak, sekban bölükleriyle birlikte köyleri talan ettikleri yolunda İstanbul’a sürekli şikayetler geliyordu.
1603 yazında, Çankırı halkı adına İstanbul’a gönderilen bir arzda, sancakbeyinin halka iki kez vergi salarak, yirmişer kuruş topladığı, “yaylak harcı” olarak bir akçe yerine bir kırmızı (altın) aldığı, bunları her ay yandaşı subaşı ve sipahilere gönderdiği belirtiliyordu. Halk, sancakbeyinin denetlenmesini ve topladığı paraların hazine adına kendisinden geri alınmasını istemekteydi. İstanbul’dan Sancakbeyi’ne gönderilen yazıda yanlarında zorba (yeni sipahi) bulundurmamaları emredilerek, bunlara uyulması, sancağın elinden alınacağı bildiriliyordu.
XVIII. yy’da, Çankırı, Anadolu Eyaletine bağlı bir sancak olma durumunu sürdürüyordu. Bu dönemde Çankırı Sancağı yönetiminde bir mütesellim bulunuyordu. Sancakların, sayıları gittikçe artan mütesellimlerce yönetilmesinde bu yerlerin arpalık olarak verilmesinin büyük ölçüde etkisi vardı. Sancaklar, arpalık olarak, genellikle vezirlere verilmekteydi. Bu sancaklara atanan paşalar genellikle yerel güçler ve zorbalarla anlaşamıyor, çoğu kez zorbalarca haksız olarak İstanbul’a şikayet ediliyorlardı.
XVIII. yy başlarında bozulan ekonomik durum sonucu vergilerde önemli artışlar olmuştur. Örneğin “nüzul vergisi” 1712’da Çankırı’da hane başına 600 akçeye yükselmişti. Ayrıca, 30 akçe’de bunları toplamakla görevli mübâşirlere veriliyor ve vergi böylece 630 akçeye ulaşıyordu. Malikhâne olarak verilmiş köyleri ve mukataaları ellerinde tutanlar bu vergilerini devlete peşin olarak ödediklerinden, buralardan kendileri için vergi toplamaktaydılar. Bazı malikhane sahipleri vergilerin yeniden belirlenmesi ve yeni yerleşenlerin vergilendirilebilmesi için İstanbul’a başvurmaktaydı. Örneğin Çankırı’da Ali adlı bir malikhane sahibi, malikhanesine bağlı köylerde yeniden “haric ez defter” (defter dışı) kişilerin ortaya çıktığı, bunlardan çift vergisi alamadığı bildirerek, bunların deftere işlenmesi için tahrir yapılmasını istemişti. Bu istek olumlu karşılanarak tahrir yapılması için “emr-i şerif” çıkartılmıştı.
XVIII. yy’ın ikinci yarısında devleti uğraştıran önemli sorunlardan birini de, bir türlü toprağa yerleştirilemeyen göçebe Türkmenler oluşturmuştur. Anadolu’daki sancaklara yazılan fermanlarda yol kesen eşkıyalarla birlikte Türkmenlerin de cezalandırılması istenmekteydi. Bu gruplar Çankırı ve dolaylarında etkili olmakta ve çevreye zarar vermekteydiler.
Bu dönemde, özellikle vergi toplamada ve başka kamu işlerinin görülmesinde devlet görevlilerinin büyük yolsuzluklar yaptıkları, halktan yasalarda bulunmayan vergiler topladıkları anlaşılmaktadır. Örneğin, Çankırı halkı, vergi toplamakla görevli mutasarrıfı, görevinden ayrıldıktan sonra, İstanbul’a şikayet etmiştir. 1710’da yapılan bir şikayette, daha önce Çankırı Mutasarrıfı olan Bulad Paşa oğlu İsmail Paşa’nın sancaktaki bazı kazalardan haksız vergi aldığı bildirilmiş, durumun incelenmesi için Çankırı Kadısı’na bir ferman ve sadrazam mektubu yollamıştır. Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin zayıflaması sonucu ortaya çıkan ayânlar, 1768 Osmanlı-Rus Savaşında devletin onlardan yardım istemek zorunda kalmasıyla daha da güçlenmiştir. Bunlar, bu dönemden sonra salt ayân olarak kalmamışlar, güçlerini artırmışlar. Bunlar bu dönemden sonra salt oğula geçen hanedanlar kurmuşlardır. Bu ailelerden biri Çankırı’yı da içine alan geniş bir alanda hüküm süren Çaparzâdeler’dir. Bu aile iki yüzyıla yakın egemenliğini sürdürmüştür. Bu dönemde aralarında Çankırı’da olmak üzere bir çok ayân hakkında sayısız şikayetler yapılmıştır. Çankırı’ya bağlı pek çok köyden, Mustafa Hatip oğlu Emrullah ve yardakçılarının yüz elli-iki yüz kuruş aldıkları ve halka eziyet ettikleri yolunda şikayetler olmuştur. Çeşitli köylerden gelenler ile şikayet edenler arasında yapılan duruşmada, şikayetlerin asılsız olduğu anlaşılmış ve durum Haziran 1802’da Çankırı Kadısınca bir mektupla İstanbul’a bildirilmiştir. Çankırı’nın Çaparzade Süleyman Beyin (1782-1813) bölgesi olması nedeniyle, Çankırı Sancağı’na bağlı Şabanözü’nde ayânlık iddia eden Hacı Ali oğlu Mehmed’in cezalandırılması görevi Süleyman Beye verilmiştir. Yapılan araştırmalar sonucu Mehmed hakkında yapılan şikayetlerin doğru olmadığı anlaşılmış ve Mehmed resmen ayan olmuştur.
Çankırı ve çevresinde etkili olan Çaparzadeler önceleri yalnızca Bozok (Yozgat) Mütesellimi iken, daha sonra aile kısa sürede daha da büyüyerek gücünü arttırmıştır. Çaparzade Süleyman Bey döneminde devlet bu aileden sık sık yardım istemiştir. Devlet, kimi zaman ayânlardan birinin yolsuz bir davranışını önlemek için öbür ayânları kullanıyordu. Örneğin, Anadolu’da çeşitli sancaklardan buğday istemişti. Bu sancaklar arasında Çankırı da bulunuyordu.
Çankırı da halk, ayândan bazı kişilerle anlaşarak, halkın sefer nedeniyle bir çok ödemede bulunduğunu belirtmiş ve zahireyi eksik vermişti. Bunun üzerine sancak mutasarrıfın vekili olan mütesellime, ayânların “sürgün ve kalebend” edilerek gereği gibi cezalandırmaları ve istenen buğdayın verilmesi emredilmiştir.
Çankırı XIX. yy’da ana ulaşım yollarının dışında kalan bir yerleşim merkezi olduğundan fazla gelişmemiştir. Ekonomik yaşamda geleneksel üretimi biçimi sürmüş, buna bağlı olarak da önemli bir nüfus hareketliliği olmamıştır. Aynı dönemde Osmanlı merkezi yetkesinin zayıflaması, Kadıkıran isyanı ile Çankırı’ya da yansımıştır.
Türkmen kökenli ve isminin de Kadıkıran Mehmet olduğu bilinen kişinin isyan hareketi, Osmanlı coğrafyasında diğer bir takım isyanların olduğu tarihle paralellik göstermektedir. Aynı zaman dilimi içerisinde Tepedelenli Ali Paşa’nın, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ve Yunan ayaklanmasının başlaması Osmanlı yönetimini güç durumda bırakmıştır. Kadıkıran Mehmet’in 3.000 kişi ile birlikte ayaklanması üzerine İbrahim Paşa, adamlarından Koca Arab’ı ayaklanmayı bastırmak üzere göndermiştir. Bu arada Kadıkıran, sıraya başvurarak affedilmesi ve bir il verilmesini talep etmişse de bu isteği reddedilerek hakkında idam fermanı çıkarılmıştır. Kuvvetlerinin sayısını 5.000’e çıkaran Kadıkıran ile Koca Arab’ın Çankırı’daki Dümeli ovasında karşılaştığı tahmin edilmektedir.
Ayaklanma bastırılınca Kadıkıran Mehmet önce İran’a, oradan da Rusya’ya sığınmış, Rusların Tiflis elçisi de onu Erzurum’a, oradan da İstanbul’a göndermiştir. Kadıkıran Mehmet’in ayaklanma öncesinde ve sonrasında Çankırı Merkezi ile İl sınırları içerisinde oturduğu ve burayı merkez yaptığı tahmin edilmektedir.
XIX. yy’ın ilk yarısında Çankırı Ankara Vilayetine bağlı iken, ikinci yarısında, yeni idarî ve mülkî yapılanmaya paralel olarak Kastamonu Vilâyetine bağlanmıştır. Bu dönemde Kastamonu vilâyetine Çankırı ile birlikte Sinop ve Bolu sancakları da bağlıydı. 1894 yılında Çankırı merkez kazaya Koçhisar (Ilgaz), Şabanözü ve Tuht (Yapraklı) nahiyeleri, Çerkeş kazasına da Karacaviran, Bayındır ve Ovacık nahiyeleri bağlıydı. Çankırı sancağına dönem dönem Kalecik ve İskilip kazalarının da bağlandığı bilinmektedir.
1899’da Çankırı merkezde askerî birlik olarak İkinci Kastamonu Fırkasının Üçüncü Kastamonu Livasına bağlı Altıncı Çankırı Alayı, Ilgaz’da Beşinci Kastamonu Alayına bağlı İkinci Koçhisar Taburu vardı. Subaylarının çoğunu Yunan ve Girit savaşları gazilerinin oluşturduğu söz konusu askeri birliklerin yanı sıra Çerkeş’te On İkinci Safranbolu Alanının İkinci Taburu bulunmaktaydı.
Mütareke ve Milli Mücadele
Mondros Mütârekesi imzalandığında Çankırı, Kastamonu vilayetine bağlı bir sancaktı. Gerek birinci dünya savaşı yıllarında gerekse milli mücadele döneminde savaşın doğrudan etkilerini yaşamadığı için, Çankırı’nın önemli bir yıkıma uğradığı söylenemez. Topraklarının verimsizliği ve ticaret yollarının dışında olması nedeniyle güçlü bir eşraftan yoksundu. İşsizlik yaygındı. Savaştan dönenlerin iş bulamaması, zaten yoksul olan halkı daha da yoksullaştırmıştır. Bu nedenle savaşı izleyen yıllarda eşkıyalık olayları oldukça artmıştı. Aynı dönemde, Merzifon’daki Amerikan Koleji merkezli olan ve Anadolu’nun kuzeydoğusunda bir Rum Pontus Devleti kurmayı amaçlayan örgüt Çankırı’da gizli çalışmalar yürütüyordu. Örgütün zaman zaman silahlı saldırılar yapması, dikkatlerin Çankırı üzerinde yoğunlaşmasına yol açıyordu. Kuracakları devletin Çankırı’yı içine alacağını ileri süren Pontusçular’ın o günlerdeki en önemli eylemi Ilgaz Dağı Doruk mevkiindeki jandarma karakolunu basmaları ve Jandarmaları öldürmeleriydi. Çankırı halkının büyük tepkisine yol açan bu olaydan sonra, Müslüman halkla Ermeni ve Rumlar arasında ciddi sürtüşmeler baş gösterdi.
Öte yandan Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması ve milletvekillerinin sürekli göz hapsinde tutulmaları nedeniyle İstanbul’da çalışma olanağı kalmamıştı. Bu yüzden 1920 Mart sonlarında Anadolu’ya göç başladı. Bu arada 12 Mart 1920’de Mustafa Kemal bir genelge yayınlayarak olağanüstü bir meclis toplanması gereğini dile getirdi. Bütün il ve sancaklarda temsilci seçimi yapılmasını istedi. Seçilecek temsilcilerden oluşacak bu meclise, daha önce İstanbul Meclis-i Mebusan’ında görev alan milletvekilleri de davetliydi. Bu davete uyan çok sayıda milletvekili ve aydın İstanbul’u terk etmeye başladı. Bu yolculuk esnasında başlıca yol izleniyordu. Bunlardan birincisi Adapazarı Geyve-Düzce Bolu üzerinden Ankara’ya ulaşan karayolu, ikincisi de Şile- İnebolu deniz karayoluydu. İnebolu’da karaya çıkan milletvekilleri at sırtında Kastamonu’ya gidiyor, oradan da Çankırı’ya geçip bir iki gün konakladıktan sonra, Ankara’ya ulaşıyorlardı.
13 Nisan 1920 de başlayan birinci Düzce- Bolu ayaklanması, kısa sürede bölgenin benzer toplumsal özelliklerine sahip ilçeleri olan Gerede, Beypazarı ve Safranbolu’ya yayıldı. Ayaklanmanın Ankara’yı da etkileyebilecek bir boyuta ulaşması üzerine Mustafa Kemal 24 Nisan da, Bursa’da bulunan 20 nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya şu telgrafı çekti:
“Ayaklanma, Safranbolu ve Çerkeş’e yayılmıştır. Karışıklığın Ankara’ya doğru geliştiği görülmektedir.Ankara’da faydalanılacak 700 kişi kadar kuvvet vardır. Oradan alacağınız azami kuvvetle Ankara’ya gelmeniz gerekmektedir. Yüksek cevaplarınızı makine başında, ivedi olarak beklemekteyiz.”
Bu arada Genelkurmay Başkanı İsmet (İnönü) Bey de 25 Nisan da Çankırı’ya gelen 58 nci Alay Komutanı’na bir telgraf çekti. 58 nci Alay’ın hızla Çerkeş’e giderek ayaklanmayı bastırmasını istedi. Bunun üzerine 58 nci Alay Çerkeş’e yürüdü. Dört gün sonra 29 Nisan’da Kastamonu Valisi Cemal Bey, ayaklanmanın sonucuna ilişkin olarak Ankara’ya şu bilgiyi verdi:
“Dışarıdan gelen bazı fesatçıların kışkırtmalarıyla Safranbolu’daki dükkanlar kapanmış, telgraf muhaberesi kesilmiş ve önceden oraya gönderilmiş olan jandarma takım komutanının vazifeden alıkonulmuş olduğu… Ayrıca, Çerkeş ve Safranbolu’ya gönderilen milli kuvvetlerin dün İlçelere olaysız girdiği ve her iki ilçede sıkıyönetim ilan edildiği…”
Çerkeş’teki küçük çaplı ayaklanmayı bastırdıktan sonra, 58 nci Alay 5 Mayıs’ta, Binbaşı Vasfi Beyin komutasında Gerede’ye yürüdü. Ancak, burada yoğun bir ateşle karşılaşan birlikler dağılarak Çerkeş’e çekilmek zorunda kaldılar. Ertesi gün, bu kez Kızılcahamam Müfrezesi’nin düzenlediği bir saldırı Gerede önlerinde yine bozguna uğradı. Durumun yeniden kötüye gitmesi üzerine, başarısızlıkları komutanların becerisizliğinde gören Mustafa Kemal, Geyve’ye gelmiş bulunan Ali Fuat Paşa’ya yeni bir telgraf çekti ve acele önlem alınmasını istedi:
“Ayaklanma durumunun önemini hakkıyla tahmin edeceğinize eminim. Kızılcahamam ve Çerkeş istikametlerinde, sonradan yeni bir şiddetle genişleyen ayaklanma Ankara’yı dışardan da tehdit edecek bir durum almıştır. Ankara, Keskin ve Haymana gibi civarı ile beraber; ancak maddi baskı altında kendisini gösteremeyen bir fesat yuvası bulunduğu muhakkak olduğundan, bugün Ankara, yani bütün milli varlık, tehlike altında sayılmak gerekir. Konya ayaklanması’nı da ayrıntılarıyla bilmektesiniz. Bundan dolayı, her şeyden önce, Ankara’da tam anlamıyla güvenlik sağlamak için, bu fesat alanını çevreleyen Safranbolu-Çerkeş-Kızılcahamam-Beypazarı- Mudurnu-Geyve hakkında savunmaya geçilmesi gerekmektedir.bir defa bu durum tespit edildikten sonra, ayaklanmanın yok edilmesi için esaslı tertipler düşünülebilir. Bundan dolayı Adapazarı’na taarruzdan vazgeçebilir. Sizin, Geyve’den ayrılmanızda bir sakınca yoksa, bütün bu işleri bizzat idare etmek üzere Ankara’ya şeref vermeniz uygun olur.”
Mustafa Kemal’in bu telgrafı üzerine, Ali Fuat Paşa ayaklanmayı bastırmakla görevli birliklerin başına geçti; Çerkez Ethem güçlerinin de bu birliklere katılımıyla Düzce-Bolu Ayaklanması 1920 Mayıs sonlarında bastırıldı.
Aynı yıl 19 Temmuz’da patlak veren İkinci Düzce Ayaklanması sırasında 58 nci Alay’a bağlı birliklerin Çerkeş’te bulunması nedeniyle, İlçede herhangi bir olay meydana gelmedi. Tersine buradaki birlikler Gerede Ayaklanması’nın bastırılmasında önemli bir rol oynadılar.
Doğrudan işgal görmediği ve işgal bölgelerinden de oldukça uzak olduğu için, Çankırı’da işgale karşı örgütlenmeler, ancak, Mayıs 1920 den sonra gerçekleştirildi.
Çankırı ve yöresi Milli Mücadele günlerinde, doğrudan işgale uğramamış olmasına karşı yoğun askeri etkinliklere sahne olmuştur. Bu dönemde Çankırı deniz yoluyla yapılan ulaşım ve taşıma işlerinde önem kazandı. Deniz yoluyla İnebolu Limanı’na gelen Osmanlı ordusu subay ve erleri, burada oluşturulan bir ulaştırma örgütünce önce Kastamonu’ya oradan da Çankırı yoluyla Ankara’ya Batı Cephesi’ne gönderiliyordu. İstanbul’da Kuvvayyı Milliye örgütünce gönderilen silah ve cephanelerin taşıma işi de aynı yolla yapılıyordu. Giderek, buradaki lojistik etkinlikler yoğunlaştırıldı ve 02 Şubat 1921 de Çankırı da bir Menzil Nokta Komutanlığı kuruldu. Ulaştırma ve taşıma işleri de bu komutanlık aracılığıyla yürütülmeye başlandı.
Çankırı’daki lojistik etkinlikler, Sakarya Savaşı sırasında daha da büyük bir önem kazandı. Nitekim, 25 Ağustos 1921 de Çankırı’da bir hafta içinde 1.000 yataklık bir askeri hastane kuruldu. Çevre halkın yardımlarıyla donanımı tamamlanan hastanede, cepheden gelen yaralıların bakımı yapılıyordu. Çankırı’nın bu işe ön ayak olması öbür illerin halkını da harekete geçirdi ve kısa zamanda cephe gerisinde önemli bir lojistik ve sağlık hizmetleri ağı kuruldu.
05 Mart 1922 de ise, Çankırı’da oluşturulan bir “amele taburu” na yol ve köprüler onartıldı. Kışla ve menzil yapımlarında da kullanılan bu tabur, askerlik çağını geçirenlerden ve sakatlardan oluşuyordu. Tabur, Büyük Taarruzdan sonra dağıtıldı.

Cumhuriyet Dönemi

ATATÜRK ÇANKIRI’DA
Atatürk 23 Ağustos 1925 günü sabahın erken saatlerinde yeni bir Anadolu gezisine çıkıyordu. İki otomobil hazırlanmıştı. Birine Atatürk, Kütahya Milletvekili Nuri (Conker) Rize Milletvekili Fuat (Bulca), ötekine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik (Bıyıklıoğlu), Başyaver Rusuhi, Yaver Muzaffer (Kılıç), Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe), Özel Kalem’den Lütfi Bey bindiler. Yaverler ve İsmail Hakkı (Tekçe) nın dışında herkes sivil ve şapkalı idi. Bu gezinin özelliği de Kastamonu ve İnebolu’da Şapka Devrimini fiilen başlatmaktı.
Yolda Kalecik’e uğradılar. Tüney Hanı’na geldikleri zaman Çankırı Valisi Cemil, Çankırı Milletvekillerinden Talat, Ziya ve Rifat beyler, Çankırı Belediye Başkanı ve daha başkaları Atatürk’ü karşıladılar. Öğleye doğru Çankırı’ya giriyorlardı. Çankırılıyı, başı açık, elindeki panama şapkasını selam duran askeri birliği, öğrencileri ve binlerce Çankırılıyı, başı açık, elindeki panama şapkasını sallayarak selamladı. Atatürk’ü şapkalı ya da başı açık görenler, başlarına el atıyor, fes, kalpak ne varsa çıkararak ellerine alıyor, Atatürk’ü başları açık selamlıyordu.
Yolu üzerinde kurbanlar kesilir, toplar atılırken Atatürk doğruca Çankırı Belediyesi’ne geldi. Buzlu ayranlar içilirken hoşbeşler yapıldı. Atatürk o gün çok neşeliydi. Çankırı’da, Kastamonu gezisi dönüşünde bir gün kalacaktı. Hep birlikte Kurtuluş Kız Okulu’na geldiler. Öğle yemeği burada hazırlanmıştı. Yemekten sonra, saat 13.30’da hemen otomobillere bindiler. Kastamonu’ya uğurladılar.

TARİHİ YERLER

Cendere (Salman) Höyük


Ilgaz ilçesinin güneydoğusunda, Çankırı-Kastamonu karayolunun kenarında bulunan Cendere Köyü’ndedir. Bölgedeki anıtsal yapılar, Devrez Çayının güneyinde kayalık, yüksekçe bir tepenin doğuya bakan yamaçlarındadır. Burada çok sayıda insan eliyle oyulmuş mağaralar, kaya mezarları, kaya kilisesi olabileceği tahmin edilen tapınak ve amacı tam olarak bilinmeyen oyuklar bulunmaktadır. Burasının, dini törenlerin yapıldığı ve muhtemelen Höyükle bağlantılı, kutsal kabul edilen alanlardan olduğu tahmin edilmektedir. Kaya tapınakları, ulaşım yollarının geçtiği sarp ve dar geçitlere, kervanların, talancı eşkıyadan korunması amacıyla ibadet ve dua etmek için yapılmıştır.

Sakaeli Kaya Mezarları


Çankırı’ya 69 km mesafedeki Orta ilçesinin 8 km kuzeydoğusunda yer alan Sakaeli Köyü’ndedir. Genel olarak Roma ve Bizans Dönemlerine ait olduğu tahmin edilen mezarlar, köyün sırtını yasladığı tepenin güneyde dik inen yamaçlarında yer almaktadır. Çakıl taşlı tortul kaya özelliği taşıyan tepenin yüzeyindeki oyukların yere yakın olanları köy halkı tarafından önü kapatılmak suretiyle değişik maksatlarla kullanılmaktadır. Çeşitli yükseklik ve genişlikteki oyuklar; tek, birbirine geçişli, basamakla inilen iki odalı bölmeli, aydınlatma pencereli özellikler göstermektedir. Kare, dikdörtgen planlı, düz kubbe ve semerdam tavanlıdırlar. Duvarlara açılmış küçüklü büyüklü nişler mezar odası ve ikamet amaçlı olarak kullanılmıştır. Bir kısmının girişleri kemerli ve içlerinde ölü sedirleri mevcuttur. 1.5×1.5 ile 10.0×10.0 m arasında değişen taban ölçüleri, 2-3.5 m arasında değişen tavan yüksekliklerine sahiptirler. Oyuklar arasında 27 basamakla inilen bir sulu in bulunmaktadır Devrez Çayının akıntısı istikametinde köye 2 km. mesafedeki Gelin Kayası mevkiinde peri bacası oluşumları ve aralarındaki kaya mezarları ilginç görünümler oluşturmaktadır.

Beşdut Kaya Mezarları


Merkeze bağlı Beşdut Köyü’nde derenin iki yanındaki kayalara oyulmuştur. Bir tanesi sütunlu, diğeri sütunsuzdur. Sütunlu mezar 10 m. eninde 2 m. yüksekliğin dedir. Yuvarlak gövdeli sütunlar kaidesizdir. Giriş kare biçimindedir. Duvarlar ve tavan düzgündür. Sütunsuz mezar sütunlu mezarın hemen yanında 8X10 m. ölçülerindedir. Dörtgen biçimi girişten mezar odasına geçilmektedir. Duvarlar ve tavan düzgündür. M.Ö. 6. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Yörede bunların dışında benzer kaya mezarları da bulunmaktadır.

Çankırı Kalesi



Şehrin kuzeyinde küçük bir tepe üzerine kurulmuştur. Romalılar, Bizanslılar, Danişmentliler, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde sağlamlığıyla ünlü yapıdan günümüze, birkaç sur kalıntısından başka bir şey kalmamıştır. Dörtgen planlı olan kalenin surları moloz taş ve tuğla karışımıdır. Eteklerinde bulunan dereden itibaren yüksekliği 150 m. kadardır. Kale içinde Roma Dönemi’nden kalma kaya mezarı, iskan kalıntıları ve pişmiş toprak kap parçaları ile Çankırı Fatihi Emir Karatekin Bey’in türbesi bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda ağaçlandırılan Kale, ziyaretgah ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır.

CAMİLER

Taş Mescit

çankırı taş mescit
Çankırı’da Selçuklu Dönemi’nden kalma en önemli yapıdır. İki ayrı yapıdan oluşan eserin şifahane kısmı, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Keyhüsrevoğlu I. Alaadin Keykubat zamanında Çankırı Atabeyi Cemaleddin Ferruh tarafından Miladi 1235 yılında yaptırılmıştır. Şifahaneye 1242 yılında bir de darulhadis kısmı ilave edilmiştir.
Yapının plastik sanatlar bakımından önemi ise, üzerinde yer alan iki adet figürlü parçadan meydana gelmektedir. Bunlardan biri sürekli yayınlara konu olmuş ve üzerinde durulmuştur. 100×25 cm ebatlarındaki bu kabartmanın özelliği, gövdeleri birbirine dolanan iki ejder (yılan) motifidir. Ejderlerin başları birbirine karşılıklı gelecek şekilde biçimlendirilmiştir. Günümüzde “Tıp Sembolü” olarak kullanılan kabartmanın orjinali kaybolmuş olup aslına uygun olarak yaptırılan yenisi yerine konulmuştur.
Halk arasında su içen yılan olarak da isimlendirilen ikinci parça diğerinin aksine alçak kabartma şeklinde olmayıp başlı başına bir heykel görünümündedir. Darulhadis’te kullanılan gözenekli taştan yapılmış olan parça kupa şeklinde olup gövdesine bir yılan sarılmakta ve üst kısmında uzantı yaparak sonuçlanmaktadır. Bu motif ise günümüzde “Eczacılık Sembolü” olarak kullanılmakta ve halen Çankırı Müzesi’nde sergilenmektedir.

İmaret Camii


Kitabesinden 1397 M. yılında Candaroğlu Kasım Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Mimari bakımdan özelliği olmayan yapı moloz taştan yapılmıştır. 1916 yılında onarılmıştır. Kesme taştan olan minaresi, yıkılma tehlikesi geçirmesi üzerine geçmiş yıllarda sökülmüştür. Cami’nin haziresinde, Kasım Bey ve eşi olan Çelebi Mehmet’in kızı Sultan Hatun’un kabirleri bulunmaktadır.

Büyük (Sultan Süleyman) Cami


Mimar Sinan Döneni yapılarından olan Camii, Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Sadık Kalfa tarafından inşa edilmiştir. 1522 yılında başlayan inşaatın 1558 yılında tamamlandığı bilinmekle birlikte neden bu kadar uzun sürdüğü konusunda bilgi bulunmamaktadır.
Kare planlı olan Cami üzerinde ortada bir büyük tam kubbe ile bu kubbenin dört tarafında birer yarım kubbe bulunmaktadır. Bu kubbeler dört paye ve duvarlar arasındaki kemerlere oturmaktadır. Duvarları ve minaresi kesme taş, kubbe üstleri kurşunla kaplıdır. Cami’nin içi rokoko üslubu ile süslenmiş, bunların araları hat örnekleriyle bezenmiştir. Mihrab istalaktidlidir, zengin bir görünümü vardır. Minber’i taştan yapılmıştır. Kürsüsü köşeli ve gövdesi yuvarlaktır. Kapı söveleri mermer olup kemerleri kilit taşı, içleri oluklu konsol halinde çıkarılmıştır. Son cemaat yeri, dört sütuna dayanan üç kubbe ile örtülü ve iki tarafında istalaktidli mihrap nişleri bulunmaktadır.

Ali Bey Camii


Merkez İlçe Ali Bey Mahallesi’ndedir. Kitabesinden 1609 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Büyük Cami’den sonra ikinci taş yapıdır. Mihrap ve mimberi alçıdan ve süslemesizdir. Minarenin gövdesi tuğla, kaidesi kesme taştandır. İlk yapının tamamen yıkılarak sonradan yeniden yapıldığı bilinen Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilmiştir.

.

TÜRBELER

Emir Karatekin Bey Türbesi


Çankırı Kalesi’nin içindedir. Danişmentliler Dönemi (14. Yüzyıl) eserlerinden olup tuğla ve moloz taştan yalın bir yapıdır. İçinde Karatekin Bey ve çocuklarına ait dört adet sanduka bulunmaktadır. Mimari özelliğinden ziyade Çankırı Fatihi Karatekin Bey’in türbesi olduğu için önem arz etmekte ve ziyaretçi çekmektedir.

Pir-i Sanî Türbesi


Çerkeş İlçesi’nde bulunan Türbenin 18. yüzyılda yapıldığı bilinmek¬tedir. Aynı adı taşıyan mescidin içinde bulunan Türbe, moloz taştan 5X5 metrekare ölçülerinde kubbeli bir yapıdır. Pir-i Sani olarak anılan Zat Çerkeşli Hacı Mustafa Efendi olup Halveti Tarikatı Şabaniye Kolunun büyüklerindendir. Meşhur Alimlerden Kuşadalı İbrahim Efendi’nin hocasının hocası olduğu, 1813 yılında Çerkeş’te vefat ettiği, Şabaniye Kolu’nun büyüğü Kastamonu’da medfun bulunan Şeyh Şaban-ı Veli’den sonra geldiği için Pir-i Sani olarak anıldığı bilinmektedir.

Hacı Murad-ı Velî Türbe ve Camii



Eldivan İlçesi’ne bağlı Seydiköy’ünde bulunan eser, moloz taştan yapılmış, yalın, ahşap çatılıdır. Cami ve türbe içice aynı yapı altındadır. İnşa kitabeleri bulunmadığından yapılış tarihleri bilinememektedir. Hacı Murad-ı Veli’nin ölüm tarihi 1207 olduğuna göre türbe bu tarihten sonra yapılmış, daha sonra cami ilave edilmiş olmalıdır. Çeşitli dönemlerde yapılan bakım ve onarımlarla bugünkü şeklini almıştır.
Cami, boyuna dikdörtgen planlı, düz ahşap tavanlı, türbe kısmının üzerini de kapatacak biçimde alaturka kiremit kaplı çatılıdır. İç duvarlarda yer alan kalem işleri Tosyalı Ali Usta tarafından 1951 yılında yapılmıştır. Güneybatı köşede tuğladan sekiz sıra kirpi saçaklı pah yer alır.
Cami doğu duvarına bitişik türbenin kare planlı ve ahşap tavanlı ön mekanında Hacı Murad-ı Veli’nin oğlu ve kızlarının sandukası ile yörede kutsal sayılan iki göktaşı bulunur. Hacı Murad-ı Veli’nin kabrinin bulunduğu asıl türbe kare planlı ve tromp geçişli kubbe ile örtülüdür.
Mimari olarak büyük bir özelliği bulunmamakla birlikte Horasan Erenleri’nden olan Hacı Murad-ı Veli’nin Türbe’si olması sebebiyle önem arz etmekte ve çok sayıda ziyaretçi çekmekte, özellikle yaz aylarında adak kurbanı kesmek isteyen vatandaşlarca tercih edilmektedir.

HAMAMLAR

Çarşı Hamamı



Halk arasında Ebcet Hamamı, bazı kaynaklarda ise Buğday Pazarı Hamamı olarak geçen yapı, Merkez ilçede Müflis Tepesi Mevkiinde olup 1800’lü yıllarda ve Çankırı Mutasarrıfı Said Efendi tarafından yaptırıldığı zannedilmektedir. Çifte hamam planındadır. Üç kubbeli soğukluktan ortası kubbeli, yanları eyvan biçimi tonozlu sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Köşelerde kubbeli halvetler bulunmaktadır. Kadınlar bölümünün planı da erkekler bölümü gibidir. Hamam günümüzde faaliyetini sürdürmektedir.

Murat Hamamı


Çerkeş İlçe Merkezinde bulunan ve halen harap vaziyette olan hamamı 17. yüzyılın ilk yarısında Sultan IV.Murat tarafından yaptırılmıştır.

Ilgaz Hamamı

Ilgaz İlçe Merkezi’nde çarşı ortasındadır. Yapılışı hakkında bilgi bulunamamıştır. Soyunma, soğukluk ve sıcaklık bölümlerinin üzeri kubbelerle örtülüdür. Köşelerde de kubbeli halvetler bulunmaktadır.

KÖPRÜLER

Bayramören Köprüsü


İlçenin dışında Melan Çayı üzerinde kuruludur. İki gözlü, ayakları kesme taştan, diğer kısımları ahşaptandır. Üzerinden yayalar geçebilecek genişlikte inşa edilmiştir. Kesme taş ayaklar üzerine kalasların bindirilmesi suretiyle farklı bir mimari tarzı vardır. Köprü, alaturka kiremit kaplı çatı ile örtülerek korunmuştur. Yapılış tarihi bilinmemekle birlikte 100-150 yıllık olabileceği tahmin edilmektedir. Restorasyon projesi Valiliğimizce yaptırılan köprü, Karayolları 15. Bölge Müdürlüğünce aslına uygun olarak yeniden yapılmıştır.
Benzer özelliklerdeki bir diğer köprü de Yurtpınar Köyünde bulunmaktadır.

Akbaş Köyü Köprüsü


Çerkeş İlçesi’nde bulunan; Melan Çayı üzerine kurulu olan kesme taş köprü 20. Yüzyıl başında Çerkeşli Hacı Gökmen tarafından Safranbolulu ustalara yaptırılmıştır.
Share this article :

Yorum Gönder

 
TOP
©. TÜRKİYE -
-