GOOGLE+

Home » » ÇANAKKALE

ÇANAKKALE

Rate it :




ÇANAKKALE:


TARİHİ


Tarih Öncesi Dönem

Antik çağda, bugunkü Çanakkale Boğazı’nın ve bölgesinin, mitolojideki bir rivayete göre bağlı olarak Hellespontos adıyla anıldığı bilinmektedir. Bu mitosa göre, Kral Athamos’un kızı Helle Kafkasya’ya gitmek için boğazdan geçerken denize düşerek boğulmuştur. Hellespontos adının, bu adla anmış ve Doğu Roma İmparatorluğunun sonuna değin bu ad kullanılmıştır.
Çanakkale Boğazı, Antik Çağ’ın bir kenti olan Abydos’tan kaynaklanan Avido yada Aveo adıyla da anılmıştır.
Ortaçağ İtalyan haritalarında Romania Boğazı adına rastlanır.Avrupalılarca boğaza verilen Dardanellos adının kaynağı ise Dardanlar’ın atası olan Dardanos’a dayanmaktadır.
Boğazın en dar yerine Fatih Sultan Mehmet döneminde Rumeli yakasında Sestos dolaylarında Kilitbahir, Anadolu yakasında Abydos dolaylarında Sultaniye ( Kale-i Sultaniye ) ya da Çanak Kalesi adıyla anılan sağlam kaleler yapılmıştır. Bugünkü Çanakkale İli’nin adı Anadolu yakasındaki Çanak Kalesi’nden gelmektedir
Çanakkale ‘nin adı Piri Reis XVII. Yüzyılın ikinci yarısında yazdığı “Seyahatname” de Kale-i Sultaniye diye geçmektedir. Bu nedenle Çanakkale adının seramik yapımının daha ünlendiği XVIII.yüzyıl sonlarına doğru kullandığı anlaşılmaktadır.
Yörenin en eski Beşiktepe ve Kumtepe yerleşmelerinden bilinen Kalkolitik Dönem yerli halkıdır. Bunları M.Ö. 3500’lerden 1200’lere kadar herhangi bir dış etki altında kalmadan yaşamlarını sürdüren Troia halkı izler. Bundan sonra buraya sırasıyla Troia Savaşları ile Akarlar, Ege göçleriyle de başka halklar gelmiştir.

Çanakkale İli, yazılı tarih öncesi dönemler bakımından zengin bir yöredir. XVIII. Yüzyıldan beri beri çeşitli gezginliklerin ve arkeoloji meraklıların uğrak yeri olmuştur. Bunlar Homeros’un İlyada adlı destanından edindikleri bilgilerle İlion’u bulmak için gezi,çeşitli araştırma , sondaj ve kazılar yapmışlardır. 1071’den sonra büyük bir hızla Anadolu’yu fethe girişen Türkler, Bizansla ilişkilerini daha çok kara yoluyla sürdürmüşler, bir deniz gücüne ve Çanakkale Boğazı’nın egemenliğine pek gereksinme duymamışlardır.
Çanakkale Kenti, Marmara’yı Ege Denizine bağlayan boğazın en dar yerinde ve doğu kıyısında yer almaktadır. Bölgenin Osmanlılıların eline geçmesinden sonra Fatih Sultan Mehmed’in, Kocaçay’ın (Sarıçay) ağzındaki düzlükle yaptırdığı “Çimenlik Kalesi”kentin çekirdeğini oluşturmuştur.
Çanakkale stratejik konumu nedeniyle her dönemde önem taşınmasına karşın, XX. Yüzyıl başlarına dek iki-üç bin nüfuslu bir kasaba görünümünü sürdürmüştür.XVIII. ve XIX.yüzyıllarda kent donanmalar için bir ikmal limanı ve ipek, yelken bezi, çanak-çömlek üretilen bir merkez olarak tanınmıştır.
Asya ile Avrupa kıtaları arasında bir köprü konumundaki Çanakkale, insanlığın yerleşik hayata geçtiği dönemden, tarihi çağların başlangıcına kadar, önemli kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Binyıllar boyunca farklı toplumların egemenliğinde kalmış olması, mimarisinde ve günlük yaşamda oluşturduğu çok renkli mirasın farklı izlerini göstermektedir.
ANTİK ÇAĞLARDA ÇANAKKALE
Demir Çağı
Hitit İmparatorluğu’nun 1190 yıllarında son bulmasıyla Tunç Çağı yerini Demir Çağ’a bırakır ki, bu dönemde Anadolu’da birtakım yerli Anadolu halkları egemenlik sürerler. Bunlardan birisi de sonraları Çanakkale bölgesini de egemenlikleri altına alacak olan Lydia Krallığıdır. M.Ö. 1200 civarında Çanakkale Bölgesi’nde Troia Savaşları’nın başlaması ile Akhalar bölgeye gelmiştir.
Çanakkale’de Koloni Şehirleri

M.Ö. 750-550 yılları arasındaki ikiyüz yıllık bir Hellen kolonizasyonu sonunda, çoğu deniz kıyısında olmak üzere bölgede Hellen ticaret kolonisi olarak çok sayıda şehir kurulmuştur. Miletoslular tarafından kurulan Parion, Priapos, Abydos; Aioller tarafından kurulan Sestos, Assos, Dardanos, İonlar tarafından kurulan Hamaksitos; Kolophonlu’lar tarafından kurulan Lampsakos bu koloni şehirlerinden bazılarıdır.
Lidya Hakimiyeti

Çanakkale Bölgesi’nde M.Ö. 7. yüz yılın ilk yarısından itibaren ise Lidya Devleti’nin bir hakimiyet kurduğunu görürüz. Öyle ki, bu dönemde koloni kentleri Lidya kralının izni alınarak kurulmuştur. M.Ö. 6. yüz yılın ortalarına doğru ise Atina, Persler ile yapmış olduğu Salamis savaşını kazandıktan sonra, yönünü bu bölgeye çevirmiştir.
Pers Hakimiyeti

Çanakkale Bölgesi M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında Pers egemenliğini tanımıştır. İki büyük Pers imparatoru olan Dareios ve Kserkses ise, Troas Bölgesini daima Avrupa’ya ulaşmak için bir kilit noktası olarak görmüşlerdir. Herodotos’a göre Hellespontos üzerinde Asya’dan Avrupa’ya geçmek için, ilk köprüyü yapan Pers imparatoru Kserkses olmuştur.
M.Ö. 4.yüzyıl başlarına gelindiğinde ise, bazı Troas kentleri Pers egemenliğine karşı ortak bir isyana girişmişlerdir. 387 yılında imzalanan Antialkides Barışı ile Perslere tamamen teslim olmuşlardır.
Hellenistik Dönem
M.Ö. 334 yılında Makedonya kralı Büyük İskender, Perslere karşı büyük bir harekat başlatmış ve Çanakkale Boğazı’nı geçerek Troas Bölgesi’ne gelmiştir. Burada bugünkü Karabiga yakınlarında Koçabaş Çayı kıyısında ünlü Granikos Meydan Savaşı’nda Pers ordusunu yenilgiye uğratarak bölgedeki Pers egemenliğine son vermiştir.
Büyük İskender’in ani ölümü üzerine generallerinden biri olan Antigonos M.Ö. 323 sonrasında Çanakkale bölgesini yönetimi altına almıştır. Bölgedeki fazla nüfusa sahip olmayan, küçük, güçsüz ve dağınık halde bulunan kentler bir araya getirilerek Antigoneia (AleksandriaTroas) adı altında büyük bir kent kurulmuştur. Ancak Çanakkale bölgesinin yönetimi İpsos Savaşı’ndan (M.Ö. 301) sonra tekrar değişmiş, yönetim doğudaki Antigonos’tan batıdaki Lysimakhos’un eline geçmiştir.
M.Ö. 3. yüz yılın başlarında Balkanlar’da ekonomik zorluklar içinde kalmış olan Galatlar, M.Ö. 280 yılında Çanakkale Boğazını’nı geçerek bölgeye egemen olmuşlardır. Burada fazla kalamayarak doğuya yönelmişlerdir. Aynı dönemlerde Bergama Krallığı’da kurulmuştur. Bölge ise M.Ö. 280-188 yılları arasında Seleukos Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 190 yılında Romalılar ile Seleukos kralı III. Antiokhos arasında Magnesia’da yapılan savaştan sonra, savaşın galibi Romalılar bölgeyi bu başarının kazanılmasında kendilerine yardımcı olan Bergama kralı II. Eumenes’e (M.Ö. 197-150) vermişlerdir.
Roma Dönemi
Çanakkale Bölgesi Bergama Kralı III. Attalos’un krallığını M.Ö.133 yılında bir vasiyetname ile Roma İmparatorluğu’na bırakması üzerine Roma eyalet sistemi içerisine alınmış ve Asia eyaletine bağlanmıştır.
Roma İmparatorluğunun 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Çanakkale bölgesi Doğu Roma İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında yönetilmiştir. İmparator Justinian, Sestos’da boğazın geçişini kontrol altında tutmak için bir kale inşa ettirmiştir.
Çanakkale’de Türk Hakimiyeti
Bölgede Türklerin görünmesi Doğu Roma imparatorluğu dönemine rastlamaktadır. 14. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca Ege kıyılarına kadar uzanmışlar ve Çanakkale yöresine de yerleşmeye başlamışlardır. Türklerin bölgede askeri güç olarak tekrar görülmesi 1095’de Çaka beyin Nara Burnu önlerine kadar ilerlemesi ile başlamıştır.1097’de haçlıların İznik’i alması ile Anadolu içlerine çekilen Anadolu Selçukluları, haçlıların çekilmesinden sonra üst üste akınlar düzenleyerek kaybettikleri yerleri geri alarak, Çanakkale yöresine kadar ilerlemişlerdir. Beylikler döneminde de Karesi Beyliği sınırlarını Çanakkale’ye doğru genişletmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi
Çanakkale boğazında Türk hakimiyeti Osmanlılar zamanında oluşmuştur. 1345’te Karesi Beyliği topraklarının büyük bölümünü Osmanlılar kendi topraklarına kattılarsa da Çanakkale Boğazı üzerindeki hakimiyeti 1354 yılında Süleyman Paşanın Gelibolu Kalesi’ni fethi ile gerçekleşmiştir. Ardından da 1356’da Gelibolu’dan sonra Tekirdağ’a kadar Rumeli kıyıları fethedilmiştir. I.Murad döneminde Anadolu kıyılarının tamamı Osmanlı hakimiyetine geçmiş, fakat Boğaz’ın tamamen kontrolü Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Boğaz’ın en dar yerine 1462’de inşa ettirdiği kalelerden sonra gerçekleşmiştir. Boğaz bundan sonra, hem İstanbul’un savunmasını üstlenmiş hem de Karadeniz –Akdeniz geçişi ile ilgili hakimiyet planlarının kilidini teşkil ederek sürekli askeri önemini korumuştur.

Cumhuriyet Dönemi

Çanakkale 1915 yılında yasadıgı savaslar nedeniyle büyük bir tahribat gördü. Savas döneminde sivil nüfus tahliye edilmis oldugundan kentte ticaret azaldı ve sehir sönüklesti. Sehrin eski dönemlerini tekrar yakalaması Cumhuriyetin ilk yıllarını buldu.Cumhuriyet Dönemi’nin ilk nüfus sayımında (1927) sehirde sadece 8515 kisi sayılabilmisti. 1935 sayımında nüfus 11.495′e ulastı. II. Dünya Savası içinde askerî yıgınak bölgesi oldugu için nüfusu 24.621′e ulasan kentin nüfusu savas sonunda yapılan sayımda (1945) 2 2 . 8 6 9 ‘ d u r. A s k e r î y ı g ı n a g ı n çekilmesinin ardından kentin 1950 yılındaki nüfusu 11.824′e indi. 1950 yılından sonra kent nüfusu hızlı bir gelisme içerisine girerek 1970′te 27.042, 1980′de 39.975, 1990′da 53.995, 2000′de 75.900′e ulastı. Sehrin alan üzerindeki gelismesi de 1950′li yıllara kadar sınırlı olmustur.
1912 yılında başlayan Balkan Savaşı ardından , I. Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşları ve İşgal yılları bu zenginliğin sonunu getirir. Kent bu dönemlerde askeri yığınak bölgesidir. Siviller tarafından boşaltılan kent savaşlar sonunda artık bir harabe halindedir.
Cumhuriyet döneminde Gelibolu ve Biga’nın bağlanmasıyla İl olan Çanakkale savaş psikolojisini üzerinden uzun süre atamaz. Bu dönemde kente pek çok göçler olur. Bunlardan en yoğun olanı 1924 yılındaki Büyük Mübadele ile gelen Giritliler ‘dir. Kent yaşamına adeta damgalarını vururlar. Bu arada kentin eski sakinleri Ermeniler, Rumlar ve en son yahudiler kenti terk ederler.
Sonraki yıllarda bu kentin güzel doğası nedeniyle çeşitli nedenlerle buraya gelip ayrılamayan insanların yerleştiği Çanakkale küçük bir sahil kenti olarak sessiz sakin yaşantısını 1990’lı yılların başına kadar sürdürür.
1992 yılında açılan üniversite kentin yaşamını değiştirir. Sokakları emeklilerden çok genç nüfus doldurur. Konut açığı had safhaya ulaşır. Bu dönemde çevre ilçe ve köylerden kente göç hızlanır.

TARİHİ YERLER

GELİBOLU YARIMADASI TARİHİ MİLLİ PARKI


1973 Yılında kurulmuş ve Birleşmiş Milletler Milli Parklar ve Koruma Alanları listesinde olan park, Çanakkale ili sınırları içerisinde, Gelibolu Yarımadası’nın güney ucunda Çanakkale Boğazının Avrupa yakasında 33.000 hektarlık alanı kapsamaktadır. Birinci Dünya Savaşının da Çanakkale deniz ve kara savaşlarının yapıldığı yerler parkın içerisindedir. Ayrıca batık gemiler, toplar, siperler, kaleler, burçlar ve savaşla ilgili yüzlerce başka kalıntıdan oluşan geniş bir yelpazenin yanı sıra 250.000’i aşan Türk şehidinin ve yine 250.000‘ü aşan Avustralya, Yeni Zelanda, İngiliz ve Fransız askerinin mezarları ve anıtları bu parkta bulunmaktadır. Savaş alanları, savaş mezarları, anıtlar ve savaşla ilgili kalıntılar; ‘Tarihi Sit Alanı‘ ve ‘Kültürel Varlık‘olarak tescil edilmiştir. Ayrıca M.Ö.4000’li yıllara dek uzanan birçok ‘Arkeolojik Sit Alanı‘ bulunmaktadır. Çok çeşitli Doğal Sit Alanları içerisinde ise kumsallar, koylar, Akdeniz çalıları (maki) ile karışık koru parçaları, çarpıcı görünümlü jeolojik ve jeomorfolojik oluşumlar, bir tuz gölü ve 15. yüzyıl askeri mimarisinin eşsiz örneklerini içeren ilginç bir Kültürel Miras koleksiyonu vardır. Milli parkta, Kilitbahir taş Yaylası, Seddülbahir Savaş alanı, Tekke Köyü, Ertuğrul Koyu, İkizler Koyu, Hisarlık Tepe, Alçı Tepe, Zığındere, Kereviz Dere, Arıburnu, Anafartalar Savaş alanlarında Kabatepe, Kanlısırt, Conkbayırı, Suvla ovası, Kakma Dağı ayrıca Türk Şehitlik ve anıtları, yabancı mezarlık ve anıtları ,savaş kalıntıları (Tabyalar, silahlar, siperler, batıklar) arkeolojik ve tarihi sitler ,müzeler ve yerleşmeler görülmesi gerekli yerlerdir. Doğal çevrenin zengin güzellikleri ve savaş alanları dışında, Kabatepe’deki müze, piknik ve kamp alanlarından yararlanılabilir. Ayrıca Eceabat idari ve ziyaretçi merkezi ile buradaki günübirlik alan ve kır gazinosundan yararlanmak mümkündür. Çadır ve karavanla konaklama olanağı vardır.

Truva (Troia)


Troia, Çanakkale Boğazı’nın Asya kıyısında, Karamenderes (Skamander) Nehri’nin Ege Denizi’ne döküldüğü deltaya yakın bir yerdedir. Burası, söz konusu çevre içindeki tarihöncesi yerleşmeler arasında en büyüğü ve en önemlisidir. Troia höyüğü, Karamenderes Nehri’nin (Skamendros) oluşturduğu alüvyonun ovasından yaklaşık 20-25m yükseklikteki bir platonun üstünde yer almaktadır. Troia, iki kıta (Avrupa ve Asya) ve iki deniz (Ege ve Karadeniz) arasındaki stratejik konumu nedeniyle binlerce yıl yerleşim görmüş ve bu nedenle pek çok yıkım ve savaşa tanıklık etmiştir.
Troia, Çanakkale Boğazı girişi yakınındaki Hisarlık mevkisindeki Tunç Çağından kalma kale ve kentle birlikte Troia Savaşı sonunda yok edilen Kral Priamos’un efsanevi kentinin ortak adıdır. Troia, Ilios ya da Ilion olarak da anılıyordu. Troia’da ilk kazılar Zengin bir amatör arkeolog olan Henrich Schliemann Homeros’un iliada Destanı’ndan yola çıkarak 1870 yılında Troia’yı bulmak için kazılara başladı. Amacı arkeolojik olmaktan çok defineciliğe yakındı. Priamos’un efsanevi hazinesini arıyordu. Troia II evresinden kapı ve rampanın yanındaki bir çukurda gerçekten de bir hazine buldu. Sonradan uzmanların Priamos’un hazinesi olmadığı görüşüne vardıkları hazineyi kaçırdı. Hazine uzun süren bilinmezlik çanakkale truva atıdöneminden sonra Rusya’da Puşkin Müzesi’nde ortaya çıktı. Troia ile ilgili en popüler öykü de bu oldu. Troia başından beri büyük tartışmalara konu oldu; bilim çevrelerindeki tartışmalar günümüzde de sürüyor. Büyük kamplaşmalara neden olan Troyia’da ilk bilimsel kazılar Schlieman’dan çok sonra Wilhelm Dörpfeld yönetiminde yapıldı. Ancak bu kazılarda da “bir şeyler bulabilmek” için kent höyüğünün altı üstüne getirildi. 1932-1938 yılları arasında Cari W, Blegan başkanlığında Amerikalıların yaptığı kazılarla Troia bilimsel yönden yeterli düzeyde incelenmeye başlandı.
Bir çok kez üst üste kurulan Troia Troia’nın arkeoloji ve tarih açısından en önemli yanlarından birisi kentin yıkılıp, yanıp yeniden aynı yerde kurulmasıdır. Genellikle bir kent yıkıldığında bir başka yere kurulur. Oysa Troia hep aynı yerde yeniden kurulmuştur. Böylece insanlık tarihinin, kültürün, mimarinin 5 bin yılını izleme, öğrenme şansı vermektedir.
Ören yeri gezisi Troya Kalıntıları: Yapılan kazılar sonucu 9 medeniyet katı ortaya çıkarılmış.
Troya I: M.Ö.3000-2500 Kentin en eski yapı evresi. Schliemann yarması olarak adlandırılan yerde, balık sırtı taş örgülü, poyraza açık ev dizisi olarak izlenmektedir.
Troya II: M.Ö.2500-2300 Kentin eğimli surlarla ve yukarı hisara yönleri güneye bakan büyük konutların(megaronlar) inşa edildiği evre. Kenti çevreleyen surlar eğimli, temelleri taş, üst kesimleri kerpiç. Rampalı kapı ise savunma tekniği açısından dünyanın en eski ve en iyi korunmuş örneğidir.
Troya VI: M.Ö. 1900-1300 Kentin gelişmiş evresi. Surlar genişletilerek kulelerle desteklenmiş. Kent örenine giriş, eğimli, eklemli surların önünden ve bindirme sur duvar aralığına yerleştirilmiş doğu kapısından başlar. Güney kapısı silik kalıntılarına karşın altından su kanalı geçen, dış kesiminde koruyucu stellerin dikili olduğu gösterişli bir kule olarak tasarlanmıştır. Direkli ev ve VI M yapısı gibi büyük ve yeni bir plan anlayışı taşıyan konutlar bu evredendir.
Troya III, IV, V: M.Ö..2300-1900 Kentin bu yapı katları silik izlerle saptanmıştır.
Troya VII: M.Ö. 1300-1200 ( Buluntular açısından kıta Yunanistan’ı ile ilişkilerin belirdiği evre. Troya savaşlarının yaşandığı evre olarak kabul edilir, izleyen evre Troya VII b, depremle oluşan yangın sonucunda ortadan kalkmıştır.
Troya VIII: M.Ö.900-350 ilior adındaki yerleşim yeri, I.Ö. 7. yüzyıldan başlayarak Ege ve Akdeniz dünyasın­dan gelen nesnelerle tanımlanmaktadır.
Troya IX: Son yapı katında inşa edilen Athena tapınağı, günümüzde oldukça iyi durumda doğu teras duvarı ve sağa sola saçılmış mermer mimarlık parçaları ile tanınır Tapınağın avlu düzlemine ilişkin döşemeler, kent öreninde tüm zamanların yarattığı tabakalaşmanın en üst düzlemini gösterir Antik çağın kalıntıları, güneyde Küçük Tiyatro, bouleterion olarak izlenirken, kazı çalışmaları yeni başlamış olan kuzey yönündeki Büyük Tiyatro yapısı, kentin Hellenistik ve Roma çağında ünlü ozan Homeros’un yaşatıldığı bir müze kent konumunda değerlendirildiğinin kanıtıdır.
Troya IX: Troya’dan Hellenistik Zeus başı, istanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen yüksek sanat değerli bir ilkçağ yapıtıdır.

Assos


Troas Bölgesi’nin güney kıyısında yer alan Assos kenti, denizden yaklaşık 234 m. yüksekliğindeki kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur. Bu alandaki, hemen hemen bütün yapıların inşasında volkanik bir taş türü olan andezit taşı kullanılmıştır.
Homeros İlyada destanında güney Troas’ta yaşayan Anadolu’nun yerli halklarından biri olan Leleglerin denizcilik ve korsanlıkla ünlü olduklarından aktarır. Pedasos Troia savaşı sırasında Pedasos Akhilleus tarafından yıkılmıştır. Arkeolojik verilere göre İ.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Assos’a 10 km. uzaktaki Lesbos’dan (Midilli) Aiolisli göçmenler kente yerleşmeye başlar. Bu yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan Assos halkı 20 km doğuda Gargara kentini kurdular. İ.Ö. 560’ta Lydia kralı kontrolüne geçen Assos Troas Bölgesinin en güçlü ve en önemli şehirlerinden biridir. Lydia krallığının önemli gelir kaynakları arasında Assos kontrolündeki Atarneus ve Pergamon arasında bulunan maden olarak gösterilir.
İ.Ö. 548 yılında Lydia krallığı Persler tarafından yıkıldı ve Anadolu toprakları Pers hakimiyetine geçti. Biga yakınındaki Granikos ırmağı kıyısında İ.Ö. 334 yılında B. İskender tarafından Perslerin yenilmesi ile Pers hakimiyeti son buldu. İskender’in ölümünden sonra, Assos ilk olarak Seleukos Krallığı daha sonra uzunca bir süre Bergama krallığı topraklarına dahil olan Assos, İ.Ö. 133 yılında 3. Attalos’un vasiyeti üzerine Roma imparatorluğunun egemenliği altına girdi.
1080 yılında Selçuklu Sultanı Süleyman bütün Troas şehirlerini ele geçirdi. Daha sonra I. haçlı seferi sırasında, Hermit Peter komutasındaki askerler bölgeden geçti. Bu olaylardan kaynaklanan karışıklığı fırsat bilen Aleksius tüm Troas bölgesini ele geçirdi (İ.S.1097). Selçuklular da Menderes nehri kıyılarına kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. 1306 Bizanslı komutan Machron yönetimindeki Assos’u kuşatan Türkler başarı elde edemezler. Ancak 14. yüzyılın başında Troas bölgesinin tamamı Osmanlı İmparatorluğunun eline geçer.
Amerikan Arkeoloji Enstitüsü 1881 yılında Osmanlı Devleti’inden Assos’ta kazı yapma iznini aldı. J. T. Clarke, F.H. Bacon kazı çalışmalarını 1883 yılına kadar sürdürdü. Kazı sonunda çıkan eserlerin 3/2’si Osmanlı Devletine 3/1’i ise Amerikan kazi heyetine verilir. Tam yüz yıllık bir aradan sonra Assos kazı çalışmaları 1981 yılından Prof.Dr. Ü. Serdaroğlu tarafından başlatılarak ve 2005 yılında ölümüne kadar devam edilir. 2006 yılında itibaren arkeolojik kazılar Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına Doç.Dr. N. Arslan tarafından yürütülmektedir.
Assos’taki kalıntılar arasında Akropolisdeki Athena Tapınağı, Bizans surları, Hüdavendigar Cami, akropolisin eteklerinde Arkaik devirden günümüze kadar iyi korunmuş antik yol ve iki kenarındaki mezarlar, şehir sur duvarları, Gymnasion, Agora, Stoa, Bouleuterion, tiyatro ve kilise sayılabilir. Assos’un konutlarının yer aldığı bölümde henüz kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi desteği ile sürdürülmektedir.

Alexandreia Troas / Dalyan


Alexandreia Troas kenti, Büyük İskenderin adına M.Ö. 310 yılında kurulmuştur. Bunun için bir plato 8 km. uzunluğundaki bir sur duvarıyla çevrilmiştir. Kısa bir süre sonra ekonomik açıdan kalkınan kent önemli bir merkez haline gelmiştir. Roma imparatoru Sezar’ın yaşam öyküsünün yazarı Sueton’un yazdığına göre kentin Avrupa ve Asya arasında bağlantı noktası durumundaki konumu nedeniyle, Roma imparatorluğu’nun başkenti olması dahi düşünülmüştür. Daha sonra İmparator Konstantin tarafından da benzer düşünceler öngörülmüş, ancak sonunda Bizans imaparatorluğu’nun başkentinin Konstantinopolis / İstanbul olmasına karar verilmiştir.
Kentin ikinci kez canlanışı Roma imparatoru Augustus ile gerçekleşir. Augustus M.Ö.1.yy’ın ortalarında emekli Roma askerleri için burada bir koloni kurdurtmuş ve kentin bir Roma metropolisi haline getirilmesini desteklemiştir. Aziz Paulos, kentin bu halini M.S.52 yılında kenti ziyaret ederken görmüş ve Avrupa kıtasına buradan geçmeyi kararlaştırmıştır. Kentin bir başka altın çağı M.S. 2. yy’dadır. Antik dünyanın en zengin kişilerinden bir tanesi olan Atinalı Herodes Atticus, Kaz Dağı’ndan Alexandreia Troas’a ulaşan muazzam bir su yolu inşa ettirmiştir.

Apollon Smintheus Tapınağı


Apollon Smintheus Tapınağı, eski adıyla Külahlı olarak bilinen Gülpınar Beldesi’nin kuzey-batısıyla, kuzey doğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde Bahçeleriçi olarak adlandırılan mevkide yer alır.
Apollon Smintheus Tapınağı, Hellenistik dönem için konusunu Homeros’un Ilyada Destanı’ndan alan kabartmaları yanında mimarî tasarım ve stili ile dikkatleri üzerinde toplar. M.Ö.150 yıllarında Ion stilinde yapılan tapınak, kuzey-batı Anadolu’da, Troas bölgesinde bugün için tek örnektir. Ön ve arka cephelerinde 8, uzun kenarlarında ise 14’er sütun dizisi yer alır. Mermer bloklarla döşenen kutsal alan, üç odadan oluşur. Bunlar; giriş sırasıyla, pronaos (kutsal ön oda), naos (kutsal oda) ve opisthodomos (arka oda) tur. Naos’ta, Paroslu heykeltraş Skopas’ın yaptığı ve 110 cm’lik bacak parçası ele geçen, tanrı Apollon’un heykelinin yer aldığı bilinmektedir. Heykelin 5 mt boyunda olduğu tahmin edilmektedir.
Stylobat denilen plâtformda yer alan ve Anadolu Attik tipi bir kaide üzerinde yükselen 44 adet sütunun her biri üst üste konmuş 7 parçadan (tamburdan) oluşur. Yedinci sütun tamburu, boğa başı, çelenk süsleri veya mitolojik insan figürleri ile bezelidir. Tapınak, 15 metre yüksekliğindedir. Marmara Adası mermerinden inşa edilen tapınağın mimarı ve yaptırıcısı bilinmemektedir. Ilyada anlatımları, çeşitli çağlarda vazolar üzerinde, duvar resimlerinde, mermer lahitlerde betimlenmiştir. Ancak bir tapınakta, ilk kez olarak Gülpınar Apollon Smintheus kutsal alanında karşımıza çıkar.

Neandria


Neandreia antik kenti Çanakkale, Ezine ilçesine 20 km. uzaklıktaki Kayacık köyünün kuzey-doğusunda bulunan Çığri dağı üzerindedir.
Kentin kuruluşu ile ilgili bilgiler yetersizdir. Arkeolojik kazılarda M.Ö.VII.yüzyıla inen mezarlarla karşılaşılması bu konuda bir fikir vermektedir. Xenephon, M.Ö.399’da buraya gönderilen Spartalı Derkylidas’dan söz ederken Neandreia’ya değinmiştir. M.Ö.VII.yüzyılda Aleanderia Troas’ın kurulmasından sonra burada yaşayanlar oraya göçmüştür. Bunun sonucu olarak da Neandreia sönmüştür.
Neandreia’da ilk araştırmayı sondaj niteliğinde 1867 ‘de Frank Calvert yapmıştır. Ardından 1899’da Alman Robert Koldeway kazıyı genişleterek sürdürmüştür. R.Koldeway öncelikle kentin mabetlerini araştırmıştır. Arkaik çağ öncesine ait bir mabet ortaya çıkarılarak M.Ö.479’lu yıllara tarihlendirilmiştir. Bu, Anadolu mabetlerinin en eski örneklerinden biridir. Uzun tarafında 7 sütun kaideleri ortaya çıkarılmıştır. Sütunların gövde ve başlıklarının bulunamamasına rağmen J.Th.Clarke’nin yüzey araştırmasında bulduğu Aiolis tipi başlığın buraya ait olup olmadığı kesinlik kazanamamıştır. Bu başlık bugün İstanbul Arkeoloji Müzesindedir. M.Ö.V-IV. yüzyıllara tarihlendirilen kentin çevresindeki 3 km. uzunluğundaki surlar oldukça düzgün volkanik liparit taşlarla örülmüştür. Günümüze oldukça sağlam ve iyi durumda gelen bu surlar 3200 m. uzunluğunda, 3 m. kalınlığındadır. Ayrıca oldukça sağlam 11 burç bu surları takviye etmektedir. Akropolün olduğu alanın altında daha eski bir yerleşimin izleri ile karşılaşılmışsa da yine de bazı noktalar açıklık kazanamamıştır.

Yedi Taşlar

Çanakkale’nin güneyinde, Ezine ilçesinin batısında, Kestanbol Bergaz Yaylacık köyleri arasında bir granit kütlesi mevcuttur.
Yöre insanlarının hakkında pek bilgi sahibi olmadığı dev sütunların yapıldığı antik döneme ait granit ocakları burada yer almaktadır. Tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte burada ki Granit kayalar işlenerek ortalama 12 m. uzunluğun da , 1.75m. çapında sütunlar elde edilmiştir. Sütunlar numunelerin özgül ağırlıklarının hesaplanabildiği kadarıyla her biri yaklaşık 30 ton ağırlığındadır. Koçali Köyü’nde 7 adet, Akçakeçili Köyü’nde kimisi parçalanmış yaklaşık 15 adet sütun yer almaktadır. Yörenin çevresi hep aynı tip granit kayalarla dolu doğal bir granit ocağı gibidir. Elde edilen bu sütunların gemilerle Roma’ya taşındığı sanılmaktadır.
Ayrıca bölgede yer alan antik kentlerde özellikle Alexandria-Troas’da yoğun olarak liman bölgesinde yedi taşlardaki sütunların bire bir örneği Troia ekibi tarafından 1995 yılından yapılan çalışmalarda tespit edilmiştir. Ancak bu devasa sütunların ocaklaradan bu kentlere nasıl taşındığı hala ayrı bir soru işaretidir.

Parion

Parion, Çanakkale’nin Biga ilçesinin Balıklıçeşme bucağına bağlı Kemer köyünün 1 km. doğusundadır.
Arkaik, Helenistik ve Roma devri eserlerinin bulunduğu kent bugün toprak altındadır. Ayakta kalan eserlerden biri Kemer köyünün girişindeki su kemerleridir. Bu kemerlerin yakınında ise Nekropol vardır. Civarda çok miktarda tümülüs görülmektedir. Çanakkale Müzesi 1970 yılında Bakır tepe’de bulunan tümülüsü açmış, içinde biri kadın diğeri erkek iki lahit bulunmuştur. Çevredeki tümülüsler köylüler ve defineciler tarafından tahrip edilmişlerdir.
Köyün hemen üzerinde M.Ö.300’lerde yapıldığı sanılan, çelenklerle süslü frizleri olan bir mabet vardı. Mabedin alt kısmında ise bugün toprak altında olan bir tiyatronun varlığını eski yazarlardan öğreniyoruz. Osman Hamdi Bey buradan çıkarılan bir lahdi İstanbul Arkeoloji Müzesine götürmüştür.
Biga Yarımadası antik yerleşim yoğunluğu açısından Dünyada eşine az rastlanır yörelerin başında gelir. Bugünkü Çanakkale İli, Biga İlçesi Balıklıçeşme Beldesi Kemer Köyü’nde yer alan Parion da bu yarımadada yer alan antik yerleşimlerden biridir.

Dardanos


Çanakkale’ye 11 km. uzaklıkta Kalabaklı Çayı kıyısında, Maltepe’dedir. Bu mezar anıtı, bir koridor, ön oda ve ana mezar odasında oluşmaktadır. İçinde bir çok iskeletle, altın takılar, bronz ve pişmiş topraktan gereçler, kandiller, gözyaşı şişleri, müzik araçları bulunmuştur. Mezarda Arkaik İyonik ve Roma dönemlerinden yapılar vardı.

KALELER

Gelibolu Kalesi


Gelibolu kent merkezinde yer almaktadır. Gelibolu Kalesi Gravürlerden ve seyyahların anlatımından anlaşıldığı kadarıyla şehri kuşatan yuvarlağa yakın altıgen planlı bir dış kale ile şehir merkezinde tepede yer alan bir iç kale ve iç içe iki suni limandan oluşmaktadır. Gelibolu Kalesi orijinalinde şehri kuşatan surlardan ve belirli aralıklarla yerleştirilen kulelerden ve iç içe iki suni limandan oluşmaktaydı. Bugün ise Namık Kemal İlkokulunun bahçesinde kalan bir kısım sur duvarı ile liman ağzında bir kule görülmektedir. Kulenin malzeme ve tekniğinden Osmanlı eklemesi olduğu Namık Kemal İlkokulunun bahçesindeki almaşık teknikle yapılmış olan sur duvarının ise Bizans dönemine ait olduğu düşünülmektedir.

Sestos Kalesi

Çanakkale boğazının en dar ikinci yerinde, Uluflu Tepe eteklerinde, Akbaş şehitliği’nin batısında yer alır. Boğazı gören dik bir yamaç üzerine inşa edilmiştir. Kaleden geriye sadece harap durumda sur duvarları günümüze ulaşabilmiştir. Harap durumda olan kalenin planı hakkında pek bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak tepelere yapılan diğer kaleler gibi topografya uygun bir şekilde biçimlendiği söylenebilir. Geometrik, Arkaik, Pers, Klasik, Roma ve Bizans dönemlerinde yerleşilmiş olduğunu gösteren buluntular mevcuttur.(yaklaşık M.Ö.1000’den M.S.1400’lere dek) İ.Ö. yaklaşık 550’den IV.yüzyılın ortasına dek Sestos’un tahıl yükleme işlerinde önemli bir nokta olduğu ifade edilir. Tahıl yükleme çalışmalarının Sestos limanının kontrolünden alınmasına karşı, Atina, Pers ve Sparta aleyhine hak iddialarını başarıyla savunmuş ve kontrolü elinde tutmuştur. Sestos göreceli olarak Helenistik ve Roma dönemlerinde önemsizleşiyorken, daha sonra I.Justinianus, Sestos’u yeniden kuvvetlendirmiştir.

Kilye Kalesi


Çamburnu ve Bigalı kaleleri arasında Eceabat Gelibolu karayolu üzerinde, Kabatepe yol ayrımından yaklaşık 300 metre kadar güneyde bulunmaktadır. Çok harap durumda olan kaleden, günümüze sadece deniz kenarında bir kule ve yamaca doğru uzanan bir kısım sur duvarı ulaşabilmiştir. Kalenin yapılış amacı içinde bulunduğu koyu ve batıya doğru uzanan vadiyi korumaktır. Harap halinde günümüze ulaşan kule dairesel planlıdır. Yamaca doğru uzanan sur duvarını büyük bir kısmı yıkılmış ve bir kısmı Eceabat Gelibolu karayolunun altında kalmıştır. Yapının çok harap durumda olması ve malzeme hakkında çok fazla bilgi vermemesi den dolayı tarihi hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Bu kalenin konumu itibariyle de Bizans sahasında belirli aralıklarla yapılan karakol niteliği taşıyan kalelere de benzemesi dikkat çekmektedir. Bu nedenlerle kalenin Bizans yapısı olduğu ve eş zamanlı olarak Sestos Kalesi ile birlikte yapılmış olabileceği düşünülmektedir.

Kilitbahir Kalesi

Çanakkale Boğazı’nın en dar yerinde Çimenlik Kalesi (Kale-i Sultaniye)’nin tam karşı kıyısında bir yamaç üzerinde yer almaktadır. Kilid-ül Bahr Kalesi plan itibariyle, topografyaya uygun bir biçimde yerleştirilmiş ve klasik dikdörtgen yada kare biçimli Osmanlı kalelerinden farklı özellikte inşa edilmiştir. İnce bir dış sura sahip kalenin, iç kalesi üç yapraklı yonca planlı olup ortada bir kule yer almaktadır. Kalenin güney yönünde Kanuni dönemine ait ikinci bir avlu ve en uçta silindirik bir kule bulunmaktadır. Kalenin bütün gücü üç yapraklı yonca biçimdeki bu iç avluda toplanmıştır. Bir yamaç üzerine kurulan kale denize doğru top atışına elverişli bir şekilde yapılmış olup, mazgalları da buna göre yerleştirilmiştir. Kale aşamalı olarak düzenlenmiş olup hisarpeçe düzeneğine sahiptir. Surun dışı bir hendekle çevrelenerek kuvvetlendirilmiştir. Kaleye giriş surların kuzey ve güney tarafındaki kapılardan sağlanmaktadır. Kapılardan geçiş ise hendekler üzerine atılan köprülerle sağlanıyormuş.
Kilitbahir Kalesi Kale-i Sultaniye ile birlikte karşılıklı olarak İstanbul’un fethinden sonra boğazların denetimini sağlamak amacıyla Fatih Sultan Mehmet’in emriyle Yakup Bey tarafından 1462’de yaptırılmıştır. Kalelerin inşası kısa sürede süratle tamamlanmıştır. Kilitbahir kalesinin inşa kitabesi günümüze ulaşmamıştır. Buna karşılık tarihî kaynaklarda kalenin Fatih tarafından yaptırıldığı kesin olarak belirtilmektedir. Kilitbahir Kalesi planı itibariyle Osmanlı kaleleri içinde özel bir yere sahiptir. Fatih Sultan Mehmet’in geometriye düşkünlüğünün yansıdığı Kale üç yapraklı yonca planı ile kuvvetli bir savunma sitemine sahiptir. Bir dış sur , iç kale ve iç kale içinde birde iç kule yer almaktadır. Konumu itibariyle boğazı ateşe tutabilecek şekilde yerleştirilmiştir. Hisarpeçeye sahip Kaleye Kanuni döneminde ek olarak ikinci bir avlu ve kule inşa edilmiştir. Restorasyon çalışmaları biten kale sağlamlığını korumaktadır.

Çimenlik Kalesi (Kale-i Sultaniye)


Çanakkale Boğazı’nın girişinde , Ege denizine bakan yerde Seddülbahir Kalesi’nin tam karşına inşa edilmiştir. Kalenin mevcut halde güney tarafındaki beş kulesi ayaktadır, kuzeye doğru deniz tarafındaki kuleler top ateşi sonucu tahrip olup tamamen yıkılmıştır. Birinci dünya savaşı sırasında tahrip olan kuzey tarafındaki kulelerin yerine savunma amaçlı kullanılan bonetler inşa edilmiştir. On üç tane bonet halen kullanılmaktadır. Kale ana yapısına ek olarak bir cami, bir çifte hamam ve güney kale beden duvarına yapışık bir yeni hamam inşa edilmiştir. Ayrıca kuzeybatıda sahilde küçük bir iskele ve mendirek kalıntısı mevcuttur.

Seddülbahir Kalesi


Gelibolu Yarımadası’nın güney ucunda, Çanakkale Boğazı’nın sona erip Ege Denizi’nin başladığı kısımda, Ertuğrul ve Morto Koyları arasında kalan bir burun üzerinde yer almaktadır.Bugün mevcut durumda beş burca sahip olan yapının, kuzey ve batısında bulunan burçların arası içten 136.525 metredir. Kumkale Kalesi ile karşılıklı olarak aynı zamanda IV.Mehmet’in annesi Valide Hatice Turhan Sultan tarafından Venedik saldırılarına karşı boğazın güvenliği için 1659 yılında inşa edilmiştir. 29 Eylül 1915 tarihli “The Illustrated War News” adlı dergide fotoğrafı yer alan, Seddülbahir Kalesi’nden sökülerek İngiltere’ye getirilmiş olan kitabeden anlaşıldığı kadarıyla Kale, H.1303-M.1885 yılında Abdülhamid Han tarafından onarılmıştır. Çanakkale Boğazı’nın Ege Denizi girişinde yer alan Seddülbahir Kalesi kademeli bir plan anlayışıyla, asimetrik bir plana sahiptir. Yaklaşık olarak dikdörtgen bir plandadır. Denize bakan kısmı ortada kırılma yapmaktadır. Kalenin içerisinde bugün mevcut bir yapı yoktur. Birinci Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde zarar gören kale harap haldedir.

Nara Kalesi


Çanakkale il merkezine 2 km. uzaklıkta Nara Burnu’nda yer almaktadır. Kale, cephane deposu, dış duvar, ana kule kısımlarından meydana gelmektedir.
Nara Kalesi 1983 yılında Çanakkale Boğaz Komutanlığı’nca restore edilmeye başlanmış ve aslına uygun olarak 1985’de bitirilmiştir. Kalenin dış surlarının taşları alınarak seviye düşürülmüş, Giriş yer yer yıkılmıştır. Nara Kalesi halen Çanakkale Boğaz Komutanlığı’na bağlı Deniz Birlikleri Komutanlığı’nca iskan edilmektedir. Ana kulenin durumu iyi olup, Çanakkale Boğaz Komutanlığı bünyesinde düzenlenen konferans, tören, toplantı ve bando konserleri gibi ihtiyaçlar için kullanılmaktadır.
Bigalı Kalesi’nin tam karşınında bir burun üzerine inşa edilen Nara Kalesi planı ile farklılık gösterir. İç ve dış bükey dış sur ile yarım kubbelerle oluşturulan yaklaşık kare planlı iç kaleden oluşmaktadır. Özellikle iç kale örtü sistemi ile farklıdır. Ortada sekizgen bir ayağa yarım kubbeler bindirilmiş durumdadır. Kale Burun da yer alması nedeniyle boğazın hem Marmara Denizi tarafını hem de Ege Denizi tarafını rahatlıkla görebilmektedir. Bu nedenle önemli bir konuma sahiptir.

Bigalı Kalesi



Eceabat-Gelibolu karayolu üzerinde, Eceabat’a 5 km., Bigalı deresinin doğusunda İstanbul yolunun kuzeyinde, Bigalı köyüne 3 km. mesafede yer almaktadır. Düzgün olmayan bir dikdörtgen plana sahip olan kale 56×127 metre ölçülerindedir. Kaleye giriş kuzeydoğu-güneybatı istikametinde birbirine simetrik iki taçkapı ile sağlanmaktadır. Kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde dörtgen iki burç bulunmaktadır. Bu dörtgen burçlardan birbirine simetrik alan uzunluğu kenarlar 10,40m. uzunluklarında olup, ortalarında top atışı için kullanılan içe dönük mazgal pencere ile sağ ve sol tarafında ise ikişer tane tüfek atışı için kullanılan dışa dönük mazgal niş bulunmaktadır. Kalenin güneybatı ve güneydoğusunda iki tane silindirik burç bulunmaktadır. Bu burçların yapının tam köşelerine isabet eden dışa dönük mazgal açıklıkları bulunmaktadır. Her iki burçta da üçer tane olmak üzere içe dönük mazgal top mevzileri bulunmaktadır. Bu burçların tam ortalarında hareketli top yuvaları bulunmaktadır. Güney duvarı boyunca uzanan seğirdim yolunun güneybatısı ve güneydoğusunda toplam dört tane olmak üzere gözetleme hücreleri bulunur. Bu gözetleme hücrelerinin üç tanesi bugün hala ayakta iken güneybatı tarafına düşen gözetleme hücresi toprak altında kalmıştır. Kalede mescit, su deposu, tonozlu mekan ve bugün sadece katıntısını gördüğümüz kışla binası mevcuttur. III.Selim zamanında başlayan inşası başlayan kale yapımı II.Mahmut döneminde tamamlanmıştır. XVIII.yüzyılda yapılan Bigalı Kalesi dikdörtgen planlı olup, dört köşede çokgen ve dairesel planlı kulelerle desteklenmiştir. Yapıya iki kapı ile giriş sağlanmaktadır. Kale içinde harp halde bir cami, bir depolu çeşme, karargah binası bugünde görülebilmektedir.
Çamburnu Kalesi

Çanakkale ili, Eceabat ilçesi yerleşim merkezinin 1500 metre (1,5 km.) güneyinde, Çanakkale Boğazı sahilinde, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Müdürlüğü sınırları içinde yer almaktadır. Yapı, yaklaşık olarak 75×50 metre ölçülerinde, dikdörtgen planlıdır. Yapının içinde, deniz tarafında, kademe duvarı toprakla örtülü, üzerine silahların yerleştirildiği (seğirdim yeri) bir yükselti mevcuttur. Kale içinde günümüze gelen tek yapı cephaneliktir. Cephanelik dikdörtgen planlı olup, kalın beden duvarlarına oturan tonoz örtü sistemine sahiptir. Üzerinde koruyucu bir madde kullanılmamıştır. Cephaneliğe giriş güvenlik amacıyla bir koridorla kapatılmış, giriş buradan sağlanmıştır. Yapıda herhangi bir pencere mevcut değildir. Kalenin uzun bir süre kullanılmaması, bakımsız kalması, zayıf malzemesi ve de doğal koşullar hızlı bir tahribata neden olmuştur. Deniz kıyısında olması ve bölgedeki sürekli rüzgar bu tahribatın önemli etkenlerindedir. Abdülhamit döneminde onarımda geçmiştir. 1839-1861 yılları arasında boğazda yeni istihkamlara ihtiyaç duyulmuş ve Sultan Abdülmecid tarafından Çanakkale Boğazı’na Karşılıklı olarak Anadolu yakasında Mecidiye Kalesi, Avrupa yakasında Çamburnu Kaleleri inşa edilmiştir. Bugün Gelibolu Milli Parkı’nın içinde kalan Çamburnu Kalesi dikdörtgen planlı olup, deniz tarafı değirmidir. Kale içerisinde bugün görülebilen harap durumda bir karargah binasıdır. Kale daha çok bir karakol niteliğinde yapıldığından sur duvarını yüksekliği azdır.

Mecidiye Kalesi


Çanakkale il merkezinde, Nara caddesi üzerinde kıyıda yer almaktadır. Yapı harap durumda olup, günümüzde sadece güney yönde yer alan, yarı dairesel kemerli iki taç kapısı ayakta kalabilmiştir. Planı hakkında çok sağlıklı bir fikir vermemekle birlikte, bugünkü hali ile eski sur duvarları yerine tabyalar yerleştirilmiş olduğu düşünülmektedir. Buna göre bir plandan bahsetmek gerekirse yaklaşık olarak dikdörtgen planlı olduğu ve deniz kıyısı tarafının da dışa doğru kırılma yaptığı söylenebilir. Günümüzde Sultan Abdülmecid ve II.Abdülhamit döneminde inşa edilmiş olan tabyalar, koğuşlar, karargah binası ve diğer birimler mevcuttur. İçerisinde birde su kuyusu ile II.Abdülhamit döneminde yapılmış olan bir çeşme bulunmaktadır.Yapının ilk olarak Bigalı ve Nara Kalelerinin inşaatına mütakib Çamburnu Kalesi ile karşılıklı olarak Sultan Abdülmecit 1839-1861 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir. Çamburnu Kalesi’nin karşısında yer alan Mecidiye(Köseburnu) Kalesi’nden ise günümüze sadece iki kapısı ulaşabildiği için planı hakkında pek bir şey söylemek mümkün değildir. Yapı orijinalliği kaybetmiş olup, bugün görebildiğimiz XIX.yüzyılda inşa edilmiş tabyalardır.

SİVİL MİMARİ

Hadımoğlu Konağı



Konya’nın Hadim İlçesinden gelen ve Bayramiç’e yerleşen iki kardeş dericilik yaparak zengin olmuşlarve bu konağı yaptırmışlardır. Konakta Kurşunlutepe üzerindeki Skepsiz antik kentinden bazı mimari parçalar dekorasyon elemanı olarak kullanılmıştır.
Söz konusu konak Bayramiç’in cami, köprü ve hamamına ismini veren Hadimoğlu ailesine aittir. Bu konak İstanbul da Şerifler Yalısın ve Topkapı Sarayı III. Selim dairesinin iç dekorunu teşkil eden ahşap süsleme ve tavanlarını yapan sanatkarların eserlerinden biridir. Ancak diğerlerinin aksine desenelr ve süslemeler aynen korunmuştur.
18. Yüzyıl karakteri gösteren yapı Hadimilere ait konağın harem kısmıdır. Sokakta ki görünüşü bir kale manzarası arz etmektedir. Sokak kapısından bahçeye girilmekte ve bahçe kapısından eve girildiğinde mermer bir avlu ortasında mermerden oyulmuş bir şadırvan yer almaktadır. Şadırvanın iki tarafında birer oda, kiler ve tuvalet bulunmaktadır. Kapının karşısında yer alan merdivenlerde yukarı çıkıldığında ahşap sütunlu bir sofa ve sonradan üstüne çatı yapılan hayat kısmı ve her iki tarafında oda kiler bulunmaktadır.
Odalar ahşap üzerine renkli hatailerle süslü nefis 18. Asır odası karakterini gösteren alçı nakışlar ve bağdadi duvarlar üzerindeki resimler, tavan işlemeleri ile süslüdür.
Konak, “Bayramiç Hadımoğlu Konağı Kültür Evi” olarak ziyarete açıktır.

CAMİ VE TÜRBELER

Büyük Camii


Çanakkale’nin Gelibolu ilçesindedir. 1358 yılında Rumeli Fatihi Gazi Süleyman Paşa tarafından yaptırılmıştır. Süleyman Paşa Camii olarak da bilinir. 1676 ve 1889 yıllarında onarım görmüştür. Yapı dikdörtgen planlı olup, dış duvarları taştandır. Üç girişi bulunmaktadır. Mermer mihrabın üst kısmında altınla yazılmış bir yazıt yer alır. Kesme taştan yapılmış olan tek şerefeli minaresi motiflerle süslenmiştir.

Hüdavendigar Camii



Ayvacık’ın 14 km. güneybatısındaki Behramkale’de Assos Antik Kenti surlarının bitişiğindedir. 14.yüzyılda I.Murat (Hüdavendigar) zamanında, bu antik kentin taşlarıyla yapılmıştır. Kesme taş duvarlı, sekiz köşeli kasnak üzerine tek kubbeli yapının alçı mihrabı kabartmalar halinde süslemelidir. Minaresi yoktur.

Çarşı Camii


Biga ilçesindedir. 1911 yılında Gelibolu’lu Tahsin Kalfa tarafından yaptırılmıştır. İbadet mekanı tek olup, son cemaat mahalli üç kubbeli olan Çarşı Camii ve caminin tam karşısında bulunan ve aynı dönemde mermerden yapılan 12 kubbeli şadırvan vardır.

Sinan Paşa Türbesi


II.Beyazıt’ın damadı olan Kaptan-ı Derya Damat Sinan Paşa ve eşi Ayşe Sultan bu türbede yatmaktadır. Türbe Hamzakoy mevkiinde, İstanbul yol ayrımındadır. 10 metre yüksekliğindeki türbe, sekiz köşeli olarak inşa edilmiştir. III.Selim ve III.Mehmet tarafından birer kez onarılmış, yakın zamanda da onarım görmüştür.

Gelibolu Mevlevihanesi


Mevlevihane binası, Askeri Hastanenin bulunduğu alandadır. Rumeli’de benzeri bulunmayan Mevlevihane Tekkesi, plan bakımından Galata Mevlevihanesi’ne benzemektedir. 1656 yılında Ağazade Mehmet Dede adına yaptırılmıştır. Mimarı, saray mimarlığı da yapan Mustafa Ağa’dır. 1906 yılında onarım görmüştür. Mevlevihanenin bulunduğu geniş alanda, ana binaya ek olarak bir aşevi, dervişler için bir han ve yoksullar için tembelhane olarak anılan yatakhane ve ayrıca dervişlerin çocukları için bir okul bulunmaktadır. Tekkenin dervişleri ve yoksullar bu ek binalarda ikamet etmişlerdir. 17.yüzyılda yapılmış bulunan binada iki kubbe ile onüç kagir sütun bulunmaktadır.
Share this article :

Yorum Gönder

 
TOP
©. TÜRKİYE -
-