GOOGLE+

Home » » HATAY

HATAY

Rate it :



HATAY:


Hatay’ın Tarihi


Tarih Öncesi Dönem
Hatay, Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Araştırmacılar, eldeki bilgilere göre yörenin iskân tarihinin M.Ö. yüzbinli yıllara rastlayan orta paleolitik döneme kadar uzandığını ifade etmekte,  bunun 2,5 milyon yıl öncesine kadar uzanabileceğini belirtmektedirler.  1954-1966 yılları arasında Altınözü, Şenköy, Antakya ve Çevlik’te yapılan araştırmalarda elde edilen ve M.Ö. 100000-40000 yılları arasında tarihlenen bulgular orta paleolitik dönem özellikleri taşımaktadır. Yine Yayladağı-Kışlak civarında ve Çevlik-Kanal mağarasında, M.Ö. 40000-11000 yılları arasında tarihlenen üst paleolitik döneme ait araçlar ve insan kalıntılarında Homo Sapiens Çevlikensis’ten kalma kemikler bulunmuştur. Bu mağaralarda insan yaşayışının Milattan sonraki yıllara kadar sürdüğü tahmin edilmektedir.
Bölgede Cüdeyde, Hamam Vadisi, Çatalhöyük, Atçana, Tainat gibi höyüklerde değişik zamanlarda yapılan kazı ve araştırmalarda elde edilen buluntulardan (çanak-çömlek, kadın figürleri, ağırşak, boncuk, süs eşyaları, dörtgenplanlı büyük kerpiç ev duvarları -taş temel üzerinde kerpiç duvar-, maden gereçler, orak, bıçaklar, taş mühürler, iğneler, deliciler, baltalar, mızrak uçlar ve Kırıkhan sınırları içinde bulunan dolmenler…gibi) Hatay yöresinin neolitik, kalkolitik dönemlerde ve Tunç Çağında yaygın ve hareketli bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra yapılan araştırmalar ise, bu çağlar boyunca  Amik Gölü´nün bazen daha geniş alanlara yayıldığını, bazan da kuruyup göl sahasının uzun yıllar ova halinde  kaldığını, Asi nehrinin zaman zaman yatak değiştirdiğini  göstermiştir.
Amik Ovası yerleşimlerinde görülen saray mimarisi kalıntıları, Tunç Çağının siyasi yapı ve yaşayışı ile ilgili bazı bilgiler yanında, bu yerleşimlerin beylikler biçiminde örgütlendiğini de ortaya koymuştur.
İlk Tunç Çağı sonunda Amik Ovası´ndaki beylikler Mezopotomya’dan gelen Akadların egemenliği altına girmiş, fakat bu egemenlik kısa sürmüştür. Bundan sonraki dönemde kuzeyden gelen kavimlerinde etkisiyle başlayan kargaşa dönemi M.Ö. 1800 yıllarına kadar devam etmiştir. M.Ö. 1800-1600 yılları arasında yöre, merkezi Halpa (Halep) olan Yamhad Krallığı’na bağlı bir beyliğin toprakları içinde yer almıştır. Başkenti Alalah (Atçana) olan bu beylik iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Yamhad Krallığı’na bağlıydı. Bir ara Yamhad Krallığı’nın merkezi Atçana’ya taşınmış ve Kral Hammurabi burada M.Ö. 1780-1750 dönemine tarihlenen ve kalıntıları bu günde görülen surlarla çevrili bir saray yaptırmıştır. Hammuribi’nin yerini Babil Kralı Hammurabi’yle çağdaş olan ve hakimiyeti M.Ö. 1686 yılına kadar Yarim-Lim almıştır.
Yarim-Lim döneminde  Orta Anadolu’da ortaya çıkan Hitit krallığı, güçlenip birliği sağladıktan sonra güneye yönelmiş, Amik ovası üzerinden Yamhad krallığının üzerine yürümüştür. M.Ö. 1620 yılında Hitit Kralı Hattuşil ölünce sefer sonuçlanmadı. Onun yerini alan oğlu Murşil, Yamhad Krallığı üzerine yeniden sefer düzenledi, Atçana ve çevresindeki yerleşim yerleri ile Halpa şehrini ele geçirdi, şehri yakıp yıktı. Daha sonra seferine devam ederek Babil’i ele geçirdi, çok sayıda esirle  Hattuşaş’a döndü. Antakya ve çevresi Murşil’in ölümüne kadar Hitit egemenliği altında kaldı. Onun ölümünden sonra yöredeki prenslikler Hitit egemenliğine baş kaldırdılar. Prens İlim-İlimma’nın başında bulunduğu Atçana Beyliği ile bütün Suriye şehirleri M.Ö. 1490’larda Mısır egemenliğini kabul ederek Firavun Tutmasis III’e bağlandılar.
M.Ö. 15. yüzyıl ortalarında Yamhad Krallığı Hitit egemenliği altına girdi. II. Hattuşil döneminde Yamhad Krallığı ve diğer yöre devletleri bir süre bağımsız kalabildilerse de, I. Şuppiluliuma bu yöreleri tekrar zaptetti. Daha sonra Şuppiluliuma ikinci bir sefer daha düzenleyerek bölgeleki Hitit egemenliğini kesinleştirdi ve bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etti. 13. yüyılda Kral Tukulti-Ninurta zamanında Asurlular Güneydoğu Anadolu’yu zaptetti. M.Ö. 1200’lü yıllarda Hitit devleti zayıflayınca Güney Anadolu’da Fırat kıyıları ile Konya arasındaki bölgede çok sayıda devletçik ortaya çıktı. Etnik kökenleri, dilleri ve gelenekleri farklı olan bu devletçikler uzun süre siyasi bir birlik kuramadılar. Sadece Amik Ovası ve çevresinde birleşme sağlanabildi ve merkezi Kanula (Kırıkhan yakınlarındaki Çatalhöyük) olan Hattena Krallığı kuruldu.
M.Ö. 9. yüzyılda Kral Asur-Nasir-Apli yönetimindeki Asurlular, Kral Lubarna yönetimindeki Hattena ülkesine girip, Kanula’ya kadar geldiler. Daha sonra Kral II. Salmanassar döneminde Hattena ülkesi bütünüyle Asur denetimi altına girdi. Asurluların zayıflayıp prensliklere bölünmesinden sonra geçici bir birlik oluşturmuş olan Hitit prenslikleri bir süre barış ve özgürlük içerisinde yaşadılar.  Ancak kısa bir süre sonra bu defa Van yöresinde yaşayan Urartuların egemenliği altına girdiler. M.Ö. 721-705 arasında hüküm süren Asur Kralı II. Sargos döneminde ise bu prenslikler birer Asur Vilayeti haline dönüştürüldü. Prensliklerin Batı Anadolu’daki Friglerden yardım istemesi üzerine Asurlular baskıyı arttırdı, halkın büyük kısmı Asur ülkesine nakledildi. Bir süre sonra Hitit prenslikleri eridi, birer birer ortadan kalktı.
M.Ö. 680’li yıllarda Karadeniz’in doğusunda ve Kafkasların kuzeyindeki Kimmerleri kovalayıp Kafkas geçitlerini aşan Sakaların, Türkmen / Oğuzların ataları ve Saka başbuğu Partatuca’nın torunu Madova’nın da destan kahramanı Afrasyab, ya da diğer adıyla Oğuz Han olduğu kabul edilir. Bir Türk kavmi olan Saka’lar Çin’den Karpatlara, Filistin’den Urallara kadar olan bölgenin hakimi ve Oğuz Han, bir cihangir hükümdar idi. Oğuz Han M.Ö. 654 yılında Filistin yöresine geldi. 10 yıl kadar sonra da Türklerin “Batak Şehir” adını verdikleri 306 kapılı Antakya şehrini bir yıllık bir kuşatmadan sonra zaptetti. Şehre oğulları, kadınları, çocuklar ve 90 000 askeriyle giren Oğuz Han, altın bir taht üzerinde oturdu. Burada 18 yıl kaldıktan sonra 626 yılında ayrıldı.
M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında İran’da kurulan ve kısa sürede egemenlik alanını genişleten Pers İmparatorluğu orduları Ortadoğu’nun Babil ve Asur  baskısından yılmış halkları tarafından kurtarıcı gibi karşılandı. Bu dönemde yörede uzun süre huzursuzluk ve ayaklanma görülmedi. I. Dareios zamanında Pers krallığı 23 satraplık ve 127 vilayete ayrılmıştı. Bu dönemde Antakya ve çevresi, merkezi Tars (Tarsus) kenti olan Kilikya satraplığı sınırları içinde bulunuyor, Pers imparatorluğuna vergi ödüyordu.
M.Ö. 334-333 yıllarında Anadolu’yu baştan başa aşıp, Gülek Boğazı´ndan Çukurova’ya geçen Büyük İskender Akdeniz’in kuzeydoğu ucunda, bir sahil kasabası olan Myriandros’ta  (bugünkü İskenderun) kamp kurdu. Bu sırada bölgede bulunan Pers İmparatoru III. Dareios da Amanos dağlarını aşıp bu günkü Dörtyol’un bulunduğu ovaya indi, Pinaros çayı (Deliçay) kıyısında savaş düzeni aldı. Bunun üzerine İskender Dörtyol ovasına geri döndü. İki ordu, körfezin ucunda bulunan İssos’ta 333 yılı sonlarında savaşa tutuştu ve İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Daha sonra zafer anısına Myriandros’ın adını “Alexandria” olarak değiştiren İskender Amanos dağlarını aşarak Amik ovasından geçip yoluna devam etti.

   
Hatay Devleti
2 Eylül 1938 günü Hatay Devleti’nin kuruluş günüdür.
Hatay Devleti Millet Meclisi o gün Gündüz Sineması’nda toplandı. Meclis Başkanlığına Abdulgani Türkmen, Devlet Reisliğine Tayfur Sökmen seçildi. Devletin adı “Hatay” olarak kabul edildi. 5 Eylül 1938 günü Devlet Reisi Tayfur Sökmen Dr. Abdurrahman Melek’i başvekil olarak görevlendirdi.
Dr. Abdurrahman Melek kabineyi şöyle kurmuştu :
Başvekil Dahiliye, Hariciye  ve Müdafaa Vekili        Dr. Abdurrahman Melek
Adliye Vekili                                                       Cemil Yurtman
Maliye Vekili                                                      Cemal Bakı
Nafia ve Ziraat Vekili                                            Kemal Alpar
Maarif ve Sıhhat Vekili                                         A.Faik Türkmen

Hükümet, Meclisin 6 Eylül 1938 günkü oturumunda güvenoyu aldı. Aynı gün Sancak Anayasası “Hatay Anayasası” olarak kabul edildi. Anayasada Devletin adı “HATAY DEVLETİ” olarak değiştirilmişti. Devlet Türk çoğunluğuna dayanıyordu ve idare şekli Cumhuriyet, merkezi Antakya idi. Yine aynı gün Hatay Bayrağı Kanunu kabul edildi (Bayrak, Atatürk’ün çizdiği bayraktı) ve Hatay Bayrağı bando eşliğinde törenle Meclis binasına çekildi, 11 pare top atıldı.
7 Eylül 1938 günü Meclis hükümete geniş yetkiler verdi. Hükümet, Kanun Hükmünde Kararnameler çıkarıp uygulayabilecekti.
Aynı gün Türk İstiklal Marşı, Hatay Devleti’nin de milli marşı olarak kabul edildi, Meclis tatile girdi.
Hatay Devleti döneminde, Milletler Cemiyeti Mandalar Kanunu ve M.C.Konseyi kararı gereği Fransız Delege Kolonel Collet, Milletler Cemiyeti’nin 1922’de mandater tayin ettiği Fransa’nın temsilcisi olarak Antakya’da görevini sürdürüyor, Antakya Kışlasında da sembolik bir Fransız askeri birliği bulunuyordu. Ama ne Delege’nin bir etkisi, ne de askeri birliğin bir fonksiyonu vardı. Hatay bağımsız olmakla birlikte, Fransız mandası altındaki Suriye ile aynı sınırlar içinde bulunuyordu.
20 Ekim günü Suriye’ye bağlı olarak yönetilen İskenderun gümrüklerine el konuldu ve Hatay Devletine devri için işlemler başlatıldı. Buna karşılık aynı gün gece yarısı Fransızlar ve Suriyeliler Hatay’ın Suriye sınırını kapattılar. Türkiye sınırı da kapalı olduğundan Hatay ortada adeta hapsolmuştu. Ekonomik hayatın felç olması tehlikesi ortaya çıktı. Aynı gece Tayfur Sökmen’in emriyle, sınırdaki Suriye karakollarına karşılık olarak karakollar kuruldu. Ertesi gün Hatay Devleti de Suriye sınırını kapattı. Gümrüklerin devri 21 Ekim günü tamamlandı. Aynı gün Tayfur Sökmen Kolonel Collet’nin sınırı açma teklifini reddetti. İki gün sonra Türkiye Hatay sınırını açtı. Ticari ilişkiler başladı.
1 Kasım günü Türkiye’den gelecek mallar gümrük resminden muaf tutuldu.
Hatay Meclisi 1. devre 2. içtima döneminde 1 Kasım 1938’de  Meclis binası olarak düzenlenen Hükümet Konağında başladı. Çalışmalar devam ederken Hatay 10 Kasım günü Atatürk’ün ölüm haberiyle sarsıldı. Bayraklar yarıya indi., çarşılar kapandı. Okullar tatil edildi. Minarelerde selalar verildi, kiliseler çanlarını çaldı. Bir ay milli matem ilan edildi. Atatürk’ün cenaze töreni için 10 milletvekilinden oluşan bir heyet Türkiye’ye gitti
1 Aralık’ta Hatay ürünlerinin Türkiye’ye gümrüksüz girmesi kabul edildi. Bunun ardından Türkiye’den Hatay’a pasaportsuz, sadece nüfus hüviyet cüzdanı ile girilmesi kabul edildi.
Hatay Devletinin idari bölünüşü şöyleydi :
Devlet Merkezi  :Antakya

İlçeler
                                               Nahiyeler
Antakya                                            Karamurt, A.Kuseyr, Orta Kuseyr, Y.Kuseyr, Bityas,
Süveydiye, Harbiye
İskenderun                                        Belen, Arsuz
Ordu                                                 Bezge, Kesep
Kırıkhan                                            Aktepe
Reyhaniye

16 Şubat 1939’da Hatay Millet Meclisi “Anavatan kanunlarının Hatay Kanunu olarak aynen kabul edilmesi” teklifini kabul etti. Şubat ayı maaşları ilk defa Türk parası ile ödendi. 13 Mart’ta Türk parası Hatay’ın  da resmi parası olarak kabul edildi.
16 Haziran 1939 günü T.B.M.M.’inde “Türkiye ile Hatay arasındaki bütün mali, iktisadi ve idari hükümlerin kaldırılması” kabul edildi. Böylece Meydanıekbez – Payas arasındaki sınır geçersiz oluyordu.
23 Haziran 1939 günü Fransa ile Türkiye arasında Hatay mıntıkasının Türkiye’ye iadesine dair Hatay anlaşması (TÜRKİYE İLE SURİYE ARASINDA TOPRAK MESELESİNİN KESİNLİKLE ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN ANLAŞMA)  imzalandı. Hiç bir gizli maddesi olmayan ve geleceğe yönelik hiç bir hüküm ve taahhüt içermeyen bu anlaşmaya göre Fransa, işgalle ele geçirdiği ve Milletler Cemiyeti kararıyla mandater tayin edildiği bölge üzerinde kendisine tanınmış olan yetkileri hukuki yoldan ve kayıtsız şartsız Türkiye’ye devrediyordu. Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının önünde hiç bir engel kalmamıştı.
Anlaşmanın imzalandığı haberi Hatay’a ulaşınca resmi dairelerden Hatay bayrakları indirildi, yerine Türk Bayrağı çekildi. Şehir Türk Bayrakları ile süslendi.
28 Haziran 1939 günü Hatay Hükümetinin bakanlıkları lağvedildi. Bakanların görevi sona erdi. Türkiye Başkonsolosluğu da faaliyetine son verdi. Bütün yetkiler Fevkalâde Murahhas Cevat Açıkalın’da toplandı.
  
Hatay Devleti’nin Sona Ermesi ve Türkiye’ye Katılış
 Hatay Millet Meclisi başkanlığı Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdı. 29 Haziran 1939 günü günü saat 16:00’da toplanan Mecliste “Türk camiasının ayrılmaz bir parçası olan Hatay’ın anavatana kavuştuğunu bir kararla tespitini” isteyen 39 imzalı önerge üzerinde konuşmalar yapıldı. Sonuçta, önerge ve Abdulgani Türkmen’in “Hatay Millet Meclisinin varlığına son verilmesine” ilişkin ile teklifi oybirliği ve alkışlarla kabul edildi.
Hatay Devleti sona ermiş, Meclisin kendi arzu ve iradesiyle Türkiye’ye katılma kararı almasıyla hukuki sürecin ikinci kademesi de tamamlanmıştı.
Tayfur Sökmen ve Abdurrahman Melek 2 Temmuz 1939 günü Hatay’dan ayrıldılar. Antakya Kışlasındaki Fransız askerleri Hatay’dan taşınmaya başladılar. Taşınma işlemi 23 Temmuz 1939’a kadar tamamlanacaktı. T.C. Hükümeti Fransızların Suriye ve Lübnan Bankası, Reji İdaresi, Elektrik Şirketi, İskenderun Liman Şirketi gibi kuruluşlarını bütün mal varlıklarıyla birlikte satın aldı. Hatay Devleti uyruklu olanlara Türkiye veya Suriye uyruklarından birini seçmeleri için süre tanındı. Suriye ya da başka bir devletin uyrukluğunu geçenler göç ettiler. Diğer yandan Suriye ve Türkiye temsilcilerinden oluşan ortak sınır komisyonu bugünkü sınırı belirledi.
7 Temmuz 1939 tarih ve 3711 sayılı Kanunla Hatay Vilayeti kuruldu ve Seyhan’dan Dörtyol kazası, G.Antep’ten Islahiye’ye bağlı Hassa nahiyesi (kaza olarak) alınarak Hatay’a bağlandı.
Emniyet Genel Müdürü iken Hatay Valiliğine atanan Şükrü Sökmensüer 18 Temmuz 1939 günü Hatay’a geldi. 19 Temmuz günü Fevkalade Murahhas, Ortaelçi Cevat Açıkalın Hatay’dan ayrıldı. Kışlada yapılacak  tören için gerekli hazırlıklar tamamlandı.
23 Temmuz 1939 sabahı Hatay’da kalan son Fransız kıtası kışladan saat 07:30’da çıktı. Türk ve Fransız birliklerinin birlikte katıldıkları törende 07:45’de Kışladaki Fransız bayrağı indirildi ve hemen yerine İstiklal Marşı eşliğinde Türk Bayrağı çekildi. Bu sonuç, töreni izleyen mahşeri kalabalık tarafından coşkunca alkışlandı. Hatay’ın anayurda katılma işlemleri tamamlanmıştı. Bu mutlu olay şenliklerle kutlandı.
Hatay’ın kurtuluşu Atatürk’ün izlediği barışçı dış politikanın bir zaferiydi. O, 1918 yılında düşmanın ayak basmasına izin vermediği bu toprakları er veya geç kurtaracağını er geç kurtaracağını 1921 yılında T.B.M.M.’ye, Türk Milletine ve Hataylılara  vaad etmiş, bunu çeşitli vesilelerle tekrarlamıştı. Bu amaçla uygun şartları sabırla bekledi, uluslar arası durumu da  çok iyi değerlendirdi,  hatta Mayıs 1938’de hayatını hiçe sayarak Mersin’e ve Adana’ya bir seyahat düzenledi ve ulaşılan siyasi başarılarla Hatay’a çok parlak ve sağlam bir gelecek hazırladı.
Bir “Hatay Şehidi” olan  Atatürk Hatay’ın Anavatana katıldığını göremedi, ama Hatay O’nun  milletine son armağanı oldu.

Hatay’ın Tarihi Yerleri

St. Pierre Kilisesi


Antakya –Reyhanlı yolu üzerinde kente 2 km uzaklıkta Habib-i Neccar Dağı yakınındadır. Doğal bir mağara olup, eklemelerle kiliseye dönüştürülmüştür. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St.Pierre ; Antakya ‘ya M.S. 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hıristiyan adını almış. Bu yüzden St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir.
Bu mağara M.S. XII-XIII. Yüzyıllarda Haçlılar tarafından ön cephesine yapılan ilave inşaat ile gotik tarzda bir kilise şekline çevrilmiş Mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde M.S.4 ve 5. yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır. Ayrıca bir altar, niş içinde mermer küçük St. Pierre’nin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır.
1983 yılında Papa VI. Paul tarafından Hıristiyanlar için Haç yeri ilan edilmiştir. Her yıl 29 Haziran da Katolik Kilisesince burada bir ayin düzenlenir.

Açana (Alalah) Hitit Sarayı


Antakya Reyhanlı Karayolunun 22. km.sinde yolun sağında yer almaktadır. M.Ö.19 ve 15.yüzyıllara ait iki saray kalıntısı mevcuttur. Aççana Höyüğü antik “Alalah şehrinin kalıntısıdır. İlk iskân M.Ö. 3400 yılında başlamıştır. Mısırlılar, Mitaniler, Mezopatomya devletleri ve Etiler gibi kavimlerinin de yerleşim alanı olarak kullandığı 17 yerleşme tabakası mevcuttur. 4. 7. tabakalarında büyük saraylar vardır. En eski saray 7.tabakalarda Babil Kralı Hammurabi ile çağdaş Yamhat ve Hitit Prensi Yarım-Lim tarafından inşa ettirilmiş olanıdır. Bu saray M.Ö. 18.yüzyıla aittir.
M.Ö.15.yüzyıla ait 4.tabaka sarayı bu sarayın hemen bitişiğindedir. Kral Nigme-Pa’ya aittir.
Saraylar taş temeller üzerine kerpiçle inşa edilmiş olup daireler bir iç avlunun etrafında sıralanan mekânlar dizini halindedir. Geleneksel 2.bin Hitit mimarı örneklerindendir.

Tell Tainat

Yapılan kazılarda bir Hitit sarayı ile tapınağın ortaya çıkarıldığı Tainat’ta bulunan eserler bugün Hatay Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Haron (Charonion) Cehennem Kayıkçısı Kabartması


St.Pierre Kilisesinin 200 m. kuzeyinde bulunan kabartmalar, kayalara oyulmuş dev bir büstle dikkat çeker. Büst başında örtü bulunan tamamlanmayan bir kadın portesini andırmaktadır. Kabartmalar I. yüzyılda Antiochus zamanında bir veba salgını sırasında yapılmıştır. Mitolojide Haron, ölülerin ruhunu para karşılığı, Styx Nehri’nden geçirerek yeraltı dünyasının kapılarına taşıyan kayıkçının adıdır.

Traianus Su Kemerleri (Kandra)

Harbiye Çağlayanlarından Antakya’ya su getirmek amacıyla Roma imparatoru Traianus tarafından yaptırılmıştır. 9 km uzunluğundaki kemerler bugün çok tahrip olmuş bir haldedir. Halk arasında Memekli Köprü olarak anılan su kemerlerinin az sayıdaki kalıntısı bile projenin mükemmeliyeti hakkında fikirler vermektedir.

Demir Kapı

Şehrin 5 giriş kapısından günümüze kadar bazı kayıplarıyla korunabilen tek yapıdır. Şehir suru, aquaduk, şehir kapısı ve bent özelliğini bir arada bulundurur. Roma dönemi imparatorlarından Justinianus döneminde inşa edilmiştir. Derin bir vadi içine yapılan bu kapı surları birbirine bağlayıcı özelliğiyle sel sularını kontrol amaçlı olarak tasarlanmıştır. 18m yüksekliğindedir.

Sütunlu Liman ve Rahibe Kaya Mezarları

Arsuz’dan yaklaşık 10 km güneyde, Konacık köyü sahilinde Hellenistik döneminden kalma bir liman kentinin kalıntıları bulunmaktadır. Kaya mezarları Işıklı köyüne giden karayolu üzerindedir. Kazılarda çıkan lahitlerden bunların 5.yüzyıl Doğu Roma döneminden kaldığı tespit edilmiştir. Lahit üzerinde bulunan rahibe figürlerinden mezarların onlar için yapıldığı, lahitlerin yanındaki mozaik tabanının kiliseye ait olduğu ortaya çıkmıştır.

İssos Epiphanea Şehri

Antik tiyatro, akuaduct, nymphaeum, kuzey-batı şehir surları ile çevrelenmiş kesim içinde olup, ören yerinin yaklaşık olarak merkezi kesimine inşa edilmiştir. Makedonya Kralı İskender M.Ö.333 yılında Toroslara kadar bütün Anadolu’ya sahip olmuştu. Torosları geçtikten sonra Kilikya’ya girdi. İssos Ovasında Pers imparatoru Darıus III ‘le karşılaştı. İki ordunun mücadelesi Pers ordusunun yenilmesiyle son buldu. Pers ordusunun büyük bir ordu, Makedonya ordusunun küçük bir ordu olması sebebiyle bu zafer büyük yankı uyandırmıştır. Bu nedenle tarihsel açıdan büyük önem taşımaktadır.

Harbiye (Daphne)

Hatay’ın çağlayanlar bölgesi olan Harbiye, 8 km’lik bir yolla Antakya’ya bağlanır. Şelaleleri ve temiz havası ile ünlü olup, yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği bir mesire yeridir. Platonun güneyinden fışkıran kaynaklar, şelaleler meydana getirdikten sonra Asi nehrine karışırlar. Bu şelalelerin Antik çağdaki isimleri Kastalia, Pallas ve Saramanna’dır.
Harbiye’de yapılan arkeolojik araştırmalardan ve elde edilen buluntulardan, bu bölgenin M.Ö. 4500–3000 tarihlerinden itibaren yerleşim yeri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Hellenistik ve Roma devrinde büyük zengin halk kesimi, bugün olduğu gibi, antik çağda da bir mesire yeri olarak kullanılabilmek amacıyla büyük malikâneler ve villalar yaptırmışlardır. Makedonya kralı büyük İskender’in generallerinden I. Seleukos Nikator Antakya’yı kurarken burayı da imar etmeyi ihmal etmemiştir.
Asıl gelişme Hellenistik devri krallarından Antiokhos Epiphanos zamanında olmuştur. Bu devirde Apollon tapınağı inşa edilmiştir. Roma çağında İlk önce İmparator Pompeius imara başlamış daha sonra diğer imparatorlar tarafından hamamlar, büyük villalar inşa edilmiştir.
Antik çağda bütün Yakındoğu’da Apollon adına düzenlenen yarışlar ve oyunlarla ün kazanan bu yer, 1268’de Memlukluların eline geçtikten sonra bir daha eski parlak dönemine erişememiştir.
Irmak Tanrısının kızı olan Daphne, bir “Su Perisi”; Apollon ise “Işık Tanrısı”dır. Altından bir lir çalar. Hastalıkları iyileştirme sanatını insanlara o öğretmiştir. Mitolojiye göre Daphne kırlarda gezinirken Apollon ile karşılaşır. Apollon ona aşık olur ve onu izlemeye başlar. Daphne kaçamaz, Toprak Tanrıçaya “Beni sakla kurtar “ diye yalvarır. Yakalandığı anda bir defne ağacına dönüşür, şimdiki Harbiye Çağlayanlarının bulunduğu yerde toprağa kök salar. Vücudunu kabuklar kaplar, saçları yapraklara, kolları dallara dönüşür. O an Apollon ağaca sarılır ve ağlayarak;“Daphne! Bundan sonra sen Apollon’un hiç solmayan kutsal ağacı olacaksın. Değerli kahramanlar, zafere ulaşanlar, hep senin dökülmeyen yapraklarından ördükleri çelenklerle alınlarını süsleyecekler.” Bu tatlı sözler üzerine Daphne, dallarını eğerek Apollon’u selamlar ve sessizce ağlar. Bugün hala coşkulu bir şekilde akan Harbiye Şelalelerinin Daphne’nin gözyaşları olduğuna inanılır.

Çevlik (Seleucia Pieria)

Antakya’nın 35 km batısında, Musa dağının güneyinde kurulmuş antik şehirdir. Bu bölgede ilk iskânının Merdivenli mağara ve Üç ağızlı mağarasında yapılan kazılar sonucu üst Paleolitik ‘e dek uzandığını ortaya çıkartmıştır. Bütün dünyaca bilinen tarihi Seleukoslar ile başlar. Büyük İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan ve burayı da içine alan topraklar generallerinden Seleukos’a kalır. Seleukoslar merkezleri Babil olmasına rağmen buradan Akdeniz’e hükmetmek istiyorlardı. Bunun güçlüğünü anlayan imparator önce burayı devletinin başkenti yapmayı düşündü. Ancak her an denizden saldırıya uğraması mümkün ve savunması güç olan bu şehri başkent yapmaktan vazgeçerek Antakya’ya yöneldi.
Roma egemenliğine geçtiğinde de önemi daha da artmıştır. Daha sonra Bizans hâkimiyetine geçmiştir. Biz bu dönemde limanın eski önemini kaybettiğini görüyoruz.
Seleucia Pieria şehri aşağı ve yukarı şehir olmak üzere iki kısımdan kurulmuştur. Yukarı şehir deniz seviyesinden 300 metredir. Burada büyük malikâneler, mabetler ve resmi binalar bulunmaktadır. Aşağı şehir liman ve çevresinde kurulmuştur. Aynı zamanda burada büyük bir hamam ve küçük bir tiyatro bulunmaktadır.
Şehrin ÇARŞI ve EL-MİNA ismini taşıyan iki kapısı bulunmaktadır. Şehrin tamamı bir surla çevrilidir.
Titus Vespasianus Tüneli : Samandağ Çevlik civarında bulunan tünel İ.Ö.I. yüzyılda yapılmıştır. Seleucia’nın en canlı günlerinde dağlardan inen yaşamı tehdit eden sel ve taşkınlarla baş etmek durumundaydı. Nitekim akıntıların sürüklediği toprak limanı kullanılmaz duruma getirmişti. Bunun üzerine Roma imparatoru Vespasian şehrin etrafını dolanacak, böylece akıntıların yönünü değiştirecek bir tünelin yapımını emretti. İnşaat İ.S. 69 da başladı, İ.S. 81 yılında halefi ve oğlu Titus tarafından bitirildi. Tünel inşasında Roma lejyonları ve köleler çalışmıştır. Tümüyle dağ içine oyulan tünel 1380 m uzunluğunda, 7 m yüksekliğinde ve 6 m genişliğindedir.

Kaya Mezarları ve Beşikli Mağara : Titus tünelinin yakınındadır. Yolu tünelin girişinden ayrılır. Geniş alana yayılan mezarlık, kayalık yamaçlara oyularak yapılmıştır. Mezarlarda Romalılara ait 12 adet kral mezarı bulunmuştur. Kral ailesine ait mezarların yanı sıra halka ait olanlarda vardır. Nekropolun hemen yukarısında o dönemde resmi daire olarak kullanılan çalışma odalarının kalıntıları mevcuttur.
Dor Mabedi : Tümüyle beyaz mermerden yapılan mabedin kalıntıları Kapısuyu Köyü’ ne giden yolun 2 km.’sinde bulunur.
Bir zamanlar Selecuia kentinin merkezinde yer almış, kral mabedi olarak tüm şehri görecek şekilde inşa edilmiştir. Tapınaktan geriye sütun parçaları, başlıklar, mermer altlıklar, büyük temel taşları kalmıştır.

El-Mina Antik Kenti

Samandağı’nda Asi nehri üzerine kurulmuş bir liman şehriydi. Tanrı Posideion’un kutsal kenti sayılırdı. Kazılar Bronz dönemden kalma bir yerleşim yerini ve Miken çömleklerini açığa çıkarmıştır. İ.Ö. VII. Yüzyılda kurulduğu sanılan antik kent Asi nehrinin getirdiği alüvyonlar altında kalmıştır. Bu nedenle günümüze ulaşabilen herhangi bir mimari kalıntı bulunamamıştır.

KALELER

Antakya Kalesi


M.Ö.300 yıllarında Büyük İskender’in generallerinden Seleucos I. Nikator tarafından kurulan Antakya kalesi dünyanın önemli yapıları arasında yer alır. Sırasıyla Seleukos’lar Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanılarak zamanımıza kadar gelebilmiştir.12 km uzunluğunda olan surların 360 kuleden oluştuğu düşünülmektedir. Sayısız depremler ve savaşlar sonucunda çok harap olmuştur. Bugün ayakta kalan duvarların büyük bir kısmı M.S.6.yy’da Bizans İmparatoru Justianus tarafından yaptırılmıştır. Kale duvarları; Asi nehrinin kenarından başlayarak Silpius dağları arasında dolanıp, Küçükdalyan’da tekrar nehre kavuşmakta idi. Şimdi ancak Silpius dağı (Habib-i Neccar ) üzerindeki kısımları bulunmaktadır.
Kalenin, kuzeyde Halep Kapısı (St. Paul), doğuda Demir Kapı, güneyde Şam Kapısı, batıda Köprü kapısı ve kuzeybatıda Köpek Kapısı olmak üzere 5 kapısı vardır.

Payas Kalesi


Osmanlılar zamanında İstanbul’dan gelip, Tarsus, Adana, Payas, Belen ve Antakya üzerinden Mısır ve Hicaz’a giden Hac Yolu bu bölgede türeyen eşkıyalar yüzünden tehlikeye düşmüştür. Bu eşkıyalara karşı emniyet sağlayabilmek için Payas Kalesi yapılmıştır. Adana tarafında Kurt Kulağı denilen yerde süvariler tarafından karşılanan yolcular Payas’a, oradan da belen geçidine kadar götürülerek emniyetleri sağlamış oluyorlardı.
Kale, şimdi Dörtyol ilçesinin Payas Bucağı içinde eski çarşı yanında Han, hamam, kervansaray, cami ile birlikte ayakta durmaktadır. Kalenin etrafı taştan örülmüş bir hendekle çevrilmiştir. Külliyeye bakan doğu tarafında iki tarafı yuvarlak kaleli demir bir kapısı ve köprüsü vardır. Dört köşesinde ve kenarında 8 adet kulesi sağlam olarak ayaktadır. Kale şimdiki haliyle teknik ve sanat bakımından tamamen bir Osmanlı yapısıdır. Fakat Cenevizliler devrinde de burada küçük bir kale olduğu tahmin edilmektedir.

Sarıseki Kalesi

İskenderun-Adana asfaltı üzerinde küçük bir tepede kurulmuştur. Bu kalenin Hellenistik devirden beri var olduğu kabul edilmektedir. Önce Seleukoslar daha sonra da Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında kullanılmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu kalenin Osmanlıların önemli bir kalesi olduğunu yazmıştır. Şimdi Askeri Bölge içinde kalan yapının batı tarafında bir kapısı, surları, yuvarlak burçları harabe halinde bulunmaktadır.

Darb-ı Sak Kalesi (Beyazıt-i Bestami)

Kırıkhan-Hassa yolunun kuzey tarafında küçük bir tepede kurulmuştur. Sarp ve kayalık olan tepenin zayıf noktalarına surlar yapılarak kuvvetlendirilmiştir. Kale duvarları yer yer büyük hasarlara uğramakla birlikte bazı kısımları ayaktadır. En eski temelin Hellenistik devirde yapıldığı anlaşılır. Darb-ı-sak, Şıvlan kale ile bağlantılı bir karakol halindedir. Özellikle Bizanslılar ve Haçlılar zamanında Selçuklulara karşı kullanılan önemli bir üs vazifesi görmüştür. Daha sonra Türklerin eline geçerek son zamanlara kadar kullanılmıştır. Kalenin içinde İslam Ulularından Beyazıt-i Bestami hazretlerine ait türbe ve mescit bulunmaktadır.

Bakras Kalesi

Kızıldağ eteğinde inşa edilmiştir. Birkaç kademe halinde yapılan yuvarlak ve yüksek kale burçlarının mevcut kısımları taşıdıkları özellikten dolayı ortaçağa ait olduğu düşündürür.
Bakras Kalesi tarihi Hellenistik devre kadar çıkmaktadır. İskender’in M.Ö. 304’te buradan geçtiği sırada var olduğu düşünülmektedir. Belen geçidinden Arabistan’a inen eski yolu kontrol etmesi bakımından önem taşımakta idi. Kale sonraları Romalılar, Bizanslılar ve Haçlılar tarafından kullanıldı. Zaman zaman haçlılarla Eyyubiler arasında el değiştirdi. Son olarak Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında 1516 yılında Osmanlıların ellerine geçerek son zamanlarına kadar kullanıldı. Bugün kalenin surları tahribata uğramakla beraber ayakta durmaktadır.

Koz Kalesi (Kürşat Kalesi)

Altınözü İlçesindedir. Kuseyr Çayının doğduğu bir dere başlangıcında etrafı duvar biçiminde oyulmuş bir tepecik üzerine inşa edilmiştir. Güney tarafta 100m ara ile iki yarım daire planlı burç bulunmaktadır. Kalenin kapısı kuzey taraftadır. Fakat yıkıldığı için esas durumu hakkında bir bilgimiz yoktur. Üzeri düz bir tarla halinde olan doğu tarafında bugün bazı yerleri sağlam olan ahırlar ve seyirdim yolları bulunmaktadır.

Kurt Kalesi

İskenderun İlçesi Sarıseki, Haymaçınar yaylasının yaklaşık 1.5 km kuzeybatısında yer almaktadır. Kaleye stabilize yayla yolundan sonra 20 dakika süren orman içi bir yoldan gidilir. Kaleye geçit veren tek yer kale girişinde 30-35 cm genişliğinde bir kısmı kırık kesme taştan yapılmış, bir sekiden ibaret olup, alt tarafı uçurumdur. Geçiş oldukça tehlikelidir. Kale, güney doğu ve batı yönlerinde yer alan vadilere hâkim durumdadır.
Kale ana kayalar üzerine oturtulmuş yüksek sur duvarları ile çevrilidir. Sur duvarlarının büyük bir bölümü tahrip olmuş ve yıkılmış vaziyettedir. Sur duvarları yaklaşık 2m genişliğinde olup, sandık duvar tekniğinde yapılmışlardır Sur duvarlarının sağlam kalan kısımları üzerinde mazgal ve pencere unsurlarına rastlanmaktadır. Bu kaleyi iç ve dış kale olarak iki kesimde tanımlayabiliriz. Giriş yerleri kemerlidir. Dışkale olarak adlandırabileceğimiz kısımda bol miktarda bina temelleri ve bunlara ait taşlar yer almaktadır. Bu durumuyla Kalenin doğu kesiminin esirlerin muhafaza edildiği askeri amaçlı, batı kesiminin ise kale halkının oturması amacıyla yapıldığı ve kalenin Roma devrine ait olduğu düşünülmektedir.

Şıvlan Kale (Şalan Kale)

Kırıkhan ile İskenderun arasında kurulmuştur. Bulunduğu yer sarp ve Kayalık bir tepedir. Sarıseki kalesi ile ilişkilidir. Hellenistik devirden beri var olduğu sanılmaktadır. Bizans ve Haçlılar tarafından kullanılmıştır. Patika bir yolu vardır.

Cin Kulesi

Bir zamanlar bir hendekle çevrili olan kulenin Haçlılar ya da Cenevizliler tarafından yapıldığı sanılmaktadır. İnşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Saldırılılara karşı bir gözetleme kulesi olarak kullanılan yapı deniz ile Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi arasındaki en yüksek tepeye inşa edilmiştir.

CAMİ, KÜLLİYE VE TÜRBELER

Ulu Cami


16.yüzyılda yapılmış olup, Selçuklu tarzını anlatır. Tonozlu ve düz çatılıdır. Kitabesinde Hicri 1117 tarihi bulunmaktadır.
Antakya camilerinin en eskisi ve en büyüğü Ulucami’dir. Asi kenarındaki bu caminin içi, diğer tüm Türk camilerinde olduğu gibi çok sadedir. İçi kıymetli halılar ile kaplı caminin duvarlarında altın harflerle yazılmış ayetler vardır. Bu caminin Memlûk dönemi eseri olduğu, Osmanlı döneminde bir kaç defa onarım gördüğü sanılmakladır. Doğu- batı yönünde uzanan dikdörtgen planlıdır. Caminin Osmanlı tarzında yapılmış silindirik geniş gövdeli ve yüksek minaresi şerefeli, sivri külahlıdır ve bir kaç defa tamir görmüştür. Üzerindeki 1704 tarihli kitabe bir kaç onarımdan birine ait olmalıdır. Gravürlerde, minarenin 200 yıl önce de aynı stilde olduğu görülmektedir. Avlusu geniş, taş döşeli, şadırvanlıdır. Mimarı ve yapılış yılı bilinmemektedir. Üzerinde, 1872 depreminden sonra onarıldığını gösteren 1874 tarihli bir kitabe bulunmaktadır.

Habib-i Neccar Camii

Hz. İsa Antakya’ya elçiler göndermiş halkı gerçek dinine çağırmıştır. Ancak halk bu çağrıya tepki göstererek elçileri öldürmek istemişlerdir. Bunu duyan Habib-ün Neccar dağdaki marangoz atölyesini bırakarak şehre gelmiş ve Antakya halkına elçilere uymalarını öğütlemiştir. Halk onu dinlememiş ölümle tehdit etmiştir. Bu tehditlere kulak asmayan Habib-ün Neccar elçilere “Yanlarında olduğunu ve Allah’a inandığını” söylemiştir. Bu sözler üzerine galeyana gelen halk hem Habib-ün Neccar’ ı hem de elçileri şehit etmişlerdir.
İlk defa Baybars zamanında eski bir tapınağın yerine yaptırılmış olup 17.yüzyılda yeniden yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Altında 3 gömüt vardır. Kitabesinde yeniden yapım tarihi olarak hicri 1275 yazılıdır. Şadırvan hicri 1275 tarihlidir.
Antakya da yaşamış bir din büyüğüdür. Marangozlukla uğraştığı için kendisine En-Neccar denilmiştir.

Kanuni Külliyesi


Antakya İskenderun karayolu arasında Amanos Dağlarının tek geçit veren yeri Belen’dedir. Kanuni Sultan Süleyman 1548 yılında İran seferi dönüşünde buraya Han, hamam ve cami yaptırılması emrini vermiştir. Böylece bu bölge Doğu’ya giden ordular için bir derbent konumuna gelmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Kervansarayı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1553 yılında Mimar Sinan ‘a yaptırılmıştır. Cami, han, hamam, medrese ve kalesi ile birlikte külliye özelliği taşımaktadır. Günümüzde kültür merkezi olarak kullanılmaktadır.

Sokullu Külliyesi

Mimar Sinan (Koca Sinan) tarafından Payas’ta inşa edilmiştir. Külliyeler Hac yolcuları ve kervanlar için inşa edilen; yolcuların, barınma, temizlik, ibadet, alışveriş ve en önemlisi de güvenlik ihtiyaçlarını karşılayan kompleks yapılardır. Ve özellikle İstanbul-Mekke güzergâhında her; günlük yürüme yolu mesafesinde birer külliye inşa edilmiştir. Yürüme yolu üzerinde yer alan bu Külliyeler menzil diye de adlandırılırlar.
Külliye 1574 yılında, Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri Sokullu Mehmet Paşa’nın emri üzerine Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Bir kervansaray, kadın ve erkekler için bir hamam, bir medrese, bir camii ve 45 dükkânı olan bedesten seçkin bir karmaşık olan külliyeyi tamamlar.
Külliyede en önemli yapı olan Kervansarayın geniş avlusu, etrafında kervanların ve yolcuların geceyi geçirdikleri kubbeli odalarla çevrilidir. Avlu ve odalar emniyeti sağlayan, 5-6 metre yüksekliğinde bir gözetleme kulesi olan kalın duvarlarla çevrilmiştir.

Beyazıt-i Bestami Türbesi

Kırıkhan-Hassa yolunun kuzey tarafında küçük bir tepe üzerinde Darb-ı Sak Kalesi içindedir. Türbe içinde girişteki odada iki mezar bulunmaktadır. Bu mezarlardan biri Bestami Hazretlerinin çobanına diğeri de Mustafa Şevki Paşa’ya aittir. Türbe dışında yer alan 3 mezarda ise Mustafa Şevki Paşa’nın yakınları yer almaktadır. Diğer odada ise tek olarak Beyazıt-ı Bestami’nin mezarı yer almaktadır. Beyazıt-ı Bestami bir İslam Evliyasıdır. Asıl adı Tayfur bin İsa’dır.

Hz. Hıdır Türbesi


Samandağ ilçesinin 1,5 km batısında deniz kenarında bulunmaktadır. Tek girişlidir. Hz.Musa ile Hıdır’ın Samandağ’da buluştuğuna dair söylentiler vardır. Hastalar şifa bulacağına inanarak bu türbeyi ziyaret ederler.

Hz. Hamza Peygamber Türbesi

Antakya Merkez ilçe Gümüşlü Sokaktadır. Kargir bir yapıdır. Üstü çinkodan yapılmış kubbe şeklindedir. Hicri 1310 yılına aittir.

Şeyh Ahmet Kuseyri Türbesi

Antakya Merkez İlçeye bağlı Şenköy’de bulunmaktadır. Tonozlu bir yapıdır. İçerisinde Şeyh Ahmet Kuseyri ve efradının mezarları bulunmaktadır. Giriş Kapısı üzerinde kitabe mevcuttur.

Gazi Abdurrahman Paşa Türbesi

Belen İlçesindedir. Halep Valisi olan Gazi Abdurrahman Paşa’nın türbesi kare planlı olup etrafı açıktır. İçerisinde demir parmaklıklarla örülü Gazi Abdurrahman Paşa’nın mezarı çevresinde efradının da mezarları bulunmaktadır.

Şeyh Yusuf Türbesi

Antakya-Harbiye yolu üzerindedir. Yapı tek odalı olup içerisinde Şeyh Yusuf ‘un mezarı bulunmaktadır. Şeyh Yusuf 1500 yıllarında yaşamış, tıbba faydaları geçmiş bir hekimdir. Günümüzde maneviyatından şifa bulmak isteyen hastalar tarafından ziyaret edilmektedir.

KİLİSELER

İtalyan Katolik Latin Kilisesi

1600’lü yılların başında Kapuçin Rahipleri tarafından kurulan kilise Mithat paşa caddesi üzerindedir. 1888 yılında büyük bir restorasyon geçiren yapı toplam 14 sütun üzerine oturmuştur. Haftanın her günü ayin yapılmaktadır.
Hıristiyanlığın ilk yıllarında birçok rahip ve keşiş Hz. İsa’nın öğretisini yaymak için Arsuz ve çevresine yerleştiler. Bunlardan biri Arsuz’a bir kilise yaptıran Aziz Hanna idi. Arsuz’un merkezinde bulunan ve kurucusu adıyla anılan bu kilise halen kullanılmaktadır.
1514 yılında yeniden yapılan kilisede çok sayıda ikona, 1600’lü yıllardan kalma bez üzerine yapılmış çok değerli iki baskı resim vardır. Bu tablolar halen Aziz Hanna Kilisesinin titiz koruması altındadır.

Marcircos Ortodoks Kilisesi

1585 yılında kurulan kilise Denizciler Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Halen yöre halkı tarafından gerek ibadet, gerekse adakta bulunmak için kullanılmaktadır. Marcircos Ortodoks kilisesinde 5 Mayıs Hıdır İlyas şenlikleri ve 6 Mayıs Aziz’in isim günü kutlamaları yapılmaktadır.

St. İlyas Kilisesi

Samandağ’ına bağlı Zeytinli köyündedir. Giriş kapısı üzerinde yer alan kitabesine göre, kilise 1874 yılında yapılmıştır. Kilisede yer alan ikonalar özellikle dikkat çekicidir. Yaklaşık 1 km ötede, kuruluşu 1600’lü yıllara uzanan ve daha çok cenaze törenlerinde kullanılan ikinci bir kilise yer alır. Hemen yanında bir mezarlık mevcuttur. Her iki kilisede bugün ziyarete açıktır.

Meryem Ana Havuzu

Hacı Ahmetli Köy’ünü 8 km geçtikten sonra ulaşılan havuzda Meryem Ana’nın banyo yaptığına inanılmaktadır. Hıristiyanlar tarafından kutsal bir yer olarak bilinir. Özellikle Ortodokslar Meryem Ana’ya adadıkları perhizin son günü olan 14 Ağustos’u burada büyük şenliklerle kutlamaktadır. Civar ağaçlıklı olup doğal güzelliğe sahiptir.

Antakya Hıristiyan Rum Ortodoks Kilisesi

Antakya’nın Hıristiyan dini yönünden önemli olması bu bölgede kiliselerin yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da Antakya Kilisesi 1833 yılında Mısır Bilad Al Şam hükümdarlığı zamanında Mohammed Ali oğlu İbrahim Paşa’nın izni ile ahşap, basit bir kilise olarak yapılmıştır. Sonraki yıllarda beyaz taştan yüksek bir alanda geniş bir avlu ortasında yapılmış, çevresine de müştemilat binaları eklenmiştir.
Kilisenin içerisine 70×70 cm2’lik iki sütun arasından girilmektedir. Bu sütunlardan bir tanesinin üzerine 2 m. yüksekliğinde 12 satırlık bir şiir, bu kiliseye maddi yardımda bulunan bir aile tarafından Mihail isimli oğullarının anısına yazılmıştır.
Kilisenin üç salonu ve batı, kuzey, güney yönlerine açılan üç büyük kapısı vardır.
Doğu Ortodoks Kiliselerinin en güzel örneklerinden biri olan bu kilise deprem sonrası Rus mühendislerinin yardımları ile yeniden yapılmış ve Rus kiliselerinin üslubu burada da karşımıza çıkmıştır. Kilisenin içerisinde liturjik kilise eşyaları bulunmakta olup, bunların yanı sıra Bizans, Rus ve Suriye kökenli ikonalar da vardır. Ayrıca antik bir taştan yapılmış Taufe Curunu (Vaftiz Kuyusu)’dan akan sular kilise altındaki mezarlığa dökülmektedir.
Kilisenin kuzeyinde 1911 yılında Patrik IV. Gregorios zamanında yapılmış olan Ruhban okulu günümüzde kilisenin protokol salonu olarak kullanılmaktadır.

Barlaam Manastırı

Yayladağı İlçesi Keldağ üzerindedir. Keldağ Hititlerden başlayarak, Seleukosların ve Romalıların da kullandığı Kutsal yerlerdendir. O dönemlerde burada bir Dorik tapınak vardı. (MÖ. 3.yüzyıl) M.S.4.yüzyılda St Barlaam buraya gelerek Zeus Heykelini yıkmış ve keşişler topluluğu oluşturmuştur. 6.yüzyıl başlarında manastırın güneydoğu köşesinde bir kilise yapılmış, 526 depreminde bu kilise yıkılmıştır. 960-1050 arasında yeniden yapılan manastır 1268 yılına kadar faaliyetlerini sürdürmüş daha sonra terk edilmiştir.
Barlaam manastırına gitmek için Yayladağı kazasının Bezge nahiyesinden sonra yaya olarak 2,5 saat dağa tırmanmak gerekmektedir. Küçük patika yol sarp kayalıklar arasından geçmektedir. Hudut Karakolu yakınındaki tepenin düzlüğü üzerinde bulunan harabe M.S.9.asırda Gürcü Papazları tarafından yapılmış, Barlaam’a ithaf edilmiş manastır ve kiliseye aittir.

Simon Manastırı

M.S.6.yy yapılmış olan Manastır Antakyalı St. Simone ’un bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığı yer olarak ün yapmıştır. Antakya-Samandağ arasında bir dağ üzerinde bulunur. Manastır kalıntıları Aknehir Beldesi sınırları içinde 479 m yüksekliğindeki bir tepe üzerindedir. St. Simone Stilist Manastırı ve eklentileri kısmen kayalar üzerine oyulmuş ve kesme taşlardan yapılmış bir yapı olup,132x160m.ebatlarında dikdörtgen biçiminde bir alan üzerine yerleşmiştir. Birbirine paralel iki duvarla çevrilmiş ve üç yönden girişi vardır. ( halen iki girişi mevcuttur). St. Simone din eğitimini çok küçük yaşlarda almaya başlamış ve o tarihten sonra kendini tamamen tanrıya adamış küçük bir çocukmuş..Çok ağır bir din eğitimi aldıktan sonra kendisinin,bu dağa gelip burada yaşamaya başladığı söyleniyor.Adı günden güne herkes tarafından duyulup ziyaretçi akınına uğramaya başlamış.Yaşının çok küçük olmasına rağmen hastalıklara şifa veriyor olması onu iyice yüceltmiş ve bu yüzden yaşadığı dağa “mucizeler dağı” adı verilmiş.
St. Simone vefatından sonra annesi Azize Marta’nın yanına gömülmüş. Ve sonra onun adına onun dağında muhteşem bir manastır inşa edilmiş.Kesme taşlarla ve kayaları oyarak yapılan bu manastırın haç şeklinde yapıldığı söyleniyor. St. Simone ömrünün 45 yılını bu sütunun tepesinde yaptırdığı örtülü ve korunaklı bölümde geçirmiştir. St. Simone buraya M.S. 541’de gelir ve 592 yılında ölür.

Kızlar Sarayı (Kasr El Banet)



Reyhanlı-Halep asfaltı üzerinde (tampon bölgede)bulunmaktadır. Bu sarayın bölgeyi kontrol altında tutan bir merkez olduğu ve Bizans devrine ait olduğu sanılmaktadır. Saray girişine iki taraflı kesme iri blok taşlardan oluşan bir geçitten girilmektedir. Giriş kısmı yıkılmıştır. Orta kısmında yüksek kare planlı bir kule bulunmaktadır. Kule yıkılmaya yüz tutmuştur. Kulenin kuzey tarafında çeşitli oda kalıntılarına rastlanılmıştır. Bu odalarının sarayı koruyan askerler tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Kulenin doğu tarafında nişler içerisine yerleştirilmiş 8 adet sonradan tahrip edilmiş mezar kısımları ile, su deposu alanı mevcuttur. Bu kısmın örtü sisteminin düz dam olduğu taşlar üzerindeki ahşap hatıl deliklerinden anlaşılmaktadır. Kulenin güney tarafında kilise kalıntısına rastlanmıştır.
Kızlar Sarayının bütününde malzeme olarak kesme büyük blok taşlar kullanılmıştır. Ayrıca mezarlık kapısı girişinde bir Latin haçı ile rozet motifi yer almaktadır. Kilisenin güney cephesindeki kapı üzerinde alçak kabartma halinde Akanthos yaprağı motifi vardır.

HAN, HAMAM VE KÖPRÜLER

Kurşunlu Han


Uzunçarşı caddesindedir. Köprülü Mehmet Paşa tarafından 17.yüzyılın ortasında inşa edilmiştir. Uzunçarşı içinde yer alan Han Antakya’nın en eski hanıdır.

Yeni Hamam

1078 tarihinde yapılmıştır. Çankaya Sokak No:9 ‘da yer almaktadır. Hamama giriş kapısı kemerli olup, üzerinde kitabesi mevcuttur. Kubbe onikigen kasnaklıdır. Doğu-batı kısmı büyük eyvan şeklindedir. Hamam içinde bir de havuz bulunmaktadır. Duvarlarda kesme taşlar, zeminde kesme taş ve mermer kullanılmıştır.

Cindi Hamamı

1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Cundi askerlerinin yıkanması için Sinan Paşa tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Yıldız Caddesi ve Kahraman Sokağın kesiştiği yerdedir. Cadde ve sokağa bakan iki girişi mevcuttur. İki kubbesi vardır. Tek kubbeli soyunma bölümünden soğukluğa geçilmektedir. Soğukluğun ortasında mermer bir şadırvan bulunmaktadır. Çatı örtüsü ve kubbeler, kiremitle kaplı olup, diğer mekânlarda kesme taş kullanılmıştır. Soyunma bölümü ve Sıcaklık bölümünün duvarlarında stilize bitkisel bezemeler görülmektedir. Külhan hamamın arka kısmındadır.

Meydan Hamamı

İstiklal Caddesi Meydan hamamı sokak No:11 de yer almaktadır. Selçuklu dönemi yapılarındandır. Kemerli ve Selçuklu motifleriyle süslü bir kapısı mevcuttur. İç mekânlarda kesme taşlar kullanılmıştır. Hamam, soyunma, soğukluk ve yıkanma olarak 3 bölüme ayrılmıştır. Çatıları tonozludur. Soyunma Bölümünde sekilerin altlarında kuş takaları şeklinde takunya koyma yerleri mevcuttur. Soğukluk Bölümü dört tonoz üzerine oturmuştur.

Saka Hamamı

16-17.yy yapısıdır. Fabrikalar Caddesi No.4 de yer almaktadır. Hamama kemerli bir kapıdan 5 basamaklı bir merdivenle geçilir. Tonozlu bir koridordan soyunma bölümüne geçilir. Bu bölüm dört kemerli ve pandandifli olup, doğu-batı istikametindeki kısımlar çapraz tonozludur. Ortada havuz vardır. Zemin kesme taş ve mermerdir. Duvarlar kesme taşlardan yapılmıştır.

Demirköprü

Antakya ile Reyhanlı arasında, Asi Nehri üzerindedir. Ortaçağ’da bölgenin en önemli geçitlerinden ve Antakya savunmasında büyük rol oynayan bir köprüdür. Taştan yapılmış ve iki ucunda kuleleri ile kapıları olan köprünün kuleleri yıkılmıştır, ancak köprü halen kullanılmaktadır.

Dana Ahmetli Köprüsü

Kırıkhan Ovası’nda, Karasu Nehri üzerindedir. 6 gözlü bir taş köprüdür. 16. Yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır.
Share this article :

Yorum Gönder

 
TOP
©. TÜRKİYE -
-