GOOGLE+

Home » » GAZİANTEP

GAZİANTEP

Rate it :



GAZİANTEP:


Gaziantep’in Tarihi


Tarih Öncesi Dönem
İlkçağa ait belli başlı kaynak ve araştırmalarda Antep adına rastlanmaz. Bununla birlikte Antep 12km kuzeyinde Antep-Maraş yolu üzerindeki Dülük ün (Doliche) oldukça eski bir mevki olduğu bilinmektedir. Antik devirlerde iktisadi ve siyasi bütün faaliyetlerin yoğun bir şekilde sürdüğü kuzey Suriye ile Mezopotamya’yı İç Anadolu’ya bağlayan yolların geçtiği yerler o devirde Dülük Bölgesi olarak anılmaktaydı. Yine eski ve orta çağlarda Fırat Nehrini takip ederek Mezopotamya dan gelen kervanların bu nehri terkettikleri Birecik ve Maraş arasında bir kavşak noktası da Dülük adıyla bilinmekteydi. Bu kavşak aynı zamanda Urfa , Maraş ve Halep yollarının da kesiştiği yeri teşkil ediyordu. Bugün de Dülük adıyla anılan yere Asurlular Babiğü,Bilabhi,Doluk, Romalılar Dolichenus,Doulichia,Doliche; Bizanslılar ise Tolonbh demekteydi./
HİTİT DÖNEMİ
    MÖ1800-1200 yıllarına kadar hüküm süren Hitit Devletinin sınırları Dülük ve çevresini de içine almaktaydı. Bölge daha sonra Suriye’nin kuzeyinde kurulan Hitit Şehir Devletlerinin ardından da Asurluların hakimiyetine girdi. MÖ613-612 yıllarında Medya Kralı Kiyaksar’ın Asurluları mağlup edip Ninevayı (Ninova) almasıyla Dülük Bölgesi İran da saltanat değişikliğine rağmen uzun müddet yine İranlıların nüfuz sahasında kaldı. MÖ334 de Asya seferine çıkan Büyük İskender Issus savaşını kazanıp Dülük ve bölgesini sınırlarına kattı.

MÖ 190 yıllarında Dülük te Roma MS395ten itibaren de Bizanslılar hakim oldular. Bizans hakimiyeti sırasında Dülük ve yöresi Arap Sınır Bölgesinde önemli bir mevki teşkil etmekteydi. Uzun süre Arap ve Bizanslılar arasında mücadeleler devam etti. Muhtemelen bu mücadeleler sırasında bir kale inşa edilmiş ve burası Antep adıyla anılan yerin ilk çekirdeği olmuştur. Nitekim Süryani Yeşva Vekayı namesinde Selefki Takvimiyle 800 yılında meydana gelen bir depremin Urfa, Diyarbekir ve Akka’yı içine alan bölgede büyük tahribat yaptığını, hatta Fırat Nehrinin bazı kollarının sularının kuruduğunu kaydetmektedir. MS 499 yılına rastlayan bu depremde Dülük Kalesi ve çevresininde tahrip olduğu kabul edilebilir. Bu sebeple Bizansın önemli mevkideki kalenin yıkılması yeni bir kalenin yapılmasını gerektirmiş ve I.Justinianos döneminde (527-565) Antep Kalesi inşa edilmiş olmalıdır. Ancak buranın Antep adıyla ne zaman anıldığı bilinmemektedir.
ANTEP İSMİ
İlk Arap Coğraafyacılarının eserlerinde Dülük adı sık geçerse de Antep (Ayıntap) adının Araplarca buraya verildiği söylenebilir. XIII.yy Müelliflerinden Yakut-el Hamevi’nin ifadesine göre “Aynütap” sağlam kale olup Dülük adıyla anılmaktaydı. Bu ad muhtemelen Haçlı seferleri öncesinde yaygınlık kazanmıştır. Haçlı seferleriyle ilgili Vekayi namelerde Hamtap, Ermeni kaynaklarında Anthoph, diğer bazı kaynaklarda ise Hantap, Entap, Hatap gibi adlandırmalara rastlanır.
ARAPLAR DÖNEMİ
Bölgeler Araplar tarafından ilk defa Hz.Ömer’in kumandanlarından İyaz b. Ganm tarafından İslam topraklarına dahil edildi. Bu tarihlerde Bizans tahtında Heraklios bulunmaktaydı. Kuzey Suriye ileri tarihlere kadar Bizanslı’larla Araplar arasında mücadele bölgesi olmakta devam etti. Harun Reşid’in 782 yılında Bizanslılardan geri aldığı Kuzey Suriye kaleleri içinde Dülük vardı. Burasını “Avasım”şehirleri arasında sayan Belazuri 169 da (785-86) Hades şehrinin yeniden inşası bitince Dülük’ün de dahil olduğu yöredeki bazı şehirlerden 2000 kişinin göç ettirilip buraya yerleştirildiğini yazar. Muhtemelen bu tarihten sonra Dülük’ün yerini yavaş yavaş Ayıntap denilen kale almaya başlamıştır.
TÜRKLER DÖNEMİ
     Türklerin Anadoluya yönelik harekatları sırasında Türkmenlerden meydana gelen ordusuyla Afşin Fırat’ı geçerek Antep’in kuzeybatısındaki Karadağ da karargah kurup geniş fetih harekatına başladı. Ve 1067 de kuvvetleriyle önce Antep ve Raban ı (günümüzde Araban ) aldı, sonra Antakya Dukalığı arazisine girdi. Pek çok ganimet ve esir topladı. Afşin bu fetihleriyle Suriye bölgesinde Türk hakimiyetini kesinleştirdi.
    Alparslan dan sonra fetihlere girişen Süleyman Şah 1084 yılında Antakyayı yeniden aldı,bu suretle Halep ve civarıyla Antep kendiliğinden Süleyman Şahın idaresine girdi. Nitekim Haçlılar Suriye ye geldiklerinde Antep bölgesi Suriye Selçuklularının idaresinde bulunuyordu. Haçlı kuvvetlerinin Bu bölgeye yerleşmesiyle Antep önce 1098 yılında Urfa Kontluğunu kuran Bovdovin de Bovlogne a daha sonra Maraş Kontlu ğuna tabi oldu.
    Haçlılar zamanında Antep ve Telbaşir bölgenin önemli müstahkem mevkileriydi. Haçlı seferleri şiddetini kaybedince I. Mesud un damadı olan Atabeg Nureddin Mahmut Zengi 1149 yılında düzenlediği bir seferle Antep,Telbaşir ve Azaz ı geri aldı ise de kuvvetleri mağlup oldu. Bunun üzerine Sultan Mesud, oğlu Kılıçarslan la beraber kuzey Suriye ye sefer yaptı ve Maraş ı kuşatarak aldı;ordusu Telbaşir önünde Jocelin kuvvetleriyle karşılaştı,fakat Franklar savaşa cesaret edemediler Bundan sonra Sultan Mesud Kılıçarslan la beraber 1150 yılında Haçlıların işgalinde bulunan Göksün,Behisni,Göynük,Ra ban ve Antep şehir ve kalelerini zaptetti. I.Mesud un ölümü üzerine (1155)Atabeğ Nureddin Mahmut Zengi Antep ve Ra ban ı Selçuklulardan aldı. II.Kılıçarslan Nureddin den adı geçen şehirleri iade etmesini istediyse de Nureddin bunu reddederek saldırısını sürdürdü. Bunun üzerine Kılıçarslan 1157 yılında kuvvetli bir orduyla gelerek Antep i kuşattı;surlarını tahrip ederek şehri ele geçirdi. NureddinMahmut ise Halep e çekilmek zorunda kaldı. Ardından Selçuklu Sultanı İzzeddin I.Keykavus Halep emirliği topraklarını isteyerek Samsat Emiri olan Eyyubi Meliki el Melikül Efdal ile birlikte hareket edip 1218 yılında Antep i aldı. Ancak El-Melikül Efdal ın ihaneti üzerine ordusu bozguna uğrayınca Antep yine Halep Emirliğinde kaldı.
    Bütün Anadoluyu sarsan Moğol istilası önce bu bölgede etkili oldu.1259 da Hülagü Suriye seferine çıkıp Halep i alınca Boycu Noyan ın 1258 de başlattığı harekat tamam landı Ve Antep bölgesi Moğolların eline geçti. Ancak az sonra Memlük Sultanı Kutuz Moğollarla mücadeleye girişerek 1260 yılında Aynicalüt ta onları yendi. Böylece Halep ve Antep bölgesi Memlüklu nüfuzu altına girdi. Moğolları tamamen kuzey Suriye den uzaklaştırmak isteyen I.Baybars 1277 de Antep ten geçerek Elbistan Ovasında Muinüddin Süleyman Pervane idare- sindeki Selçuklu-Moğol ordusunu mağlup ederek Kuzey Suriye yi Moğol baskısından kurtardı.
    Bundan sonra Antep ve bölgesi Memlük Sultanlığı ile Maraş ve Elbistan a hakim olan Dulkadiroğulları arasında ihtilaf söz konusu oldu. Dulkadir Beyliği nin Kurucusu olan Zeynüddin Karaca Bey Dulkadir Ulusunu bir beğlik haline getirmiş, aynı zamanda Bozoklar ın ve Halep Türk- menlerinin de reisi olmuştu. Antep ve çevresi ise daha fazla Dulkadirli Türkmenleri ile meskundu. Bu yüzyılda Dulkadirli-Memluk çatışmaları bölgeyi derinden etkiledi. Mücadeleler sırasında Atabeğ Berkuk 1381 Temmuzunda büyük bir orduyu Dulkadirliler üzerine sevketti. Tarihçi Bedreddin el- Ayni nin Antep e gelişini gördüğü bu ordunun Dulkadirli Halil Beyin küçük kardeşi Suli Bey in (Selvi?) idare ettiği kuvvetleri yenmesiyle Antep ve Halep in kuzey bölgesi Memlük idaresine geçti. Ancak Suli Bey mücadeleyi sürdürdü. Malatya Naibi Mintaş ile de yakın ilişkiler kurup güç ve nüfuz kazandıktan sonra kuvvet leriyl Antep e gelerek burayı yağmaladı, ve kardeşi Osman Bey i iç kalenin muhasarası için görevlendirdi. Bir ay kadar süren kuşatmada şehre ve halkına çok zarar veren Osman Bey kaleyi zaptedemeyince kuvvetlerini çekip Maraş a gitti.
    Bundan bir müddet sonra 792 Şevvalin de (Eylül 1390) Suli Bey ve Mintaş orduları ile Maraş tan gelip Antep i işgal ederek kaleyi kuşattılar. Bu arada kardeşi Şahabettin Ahmet ile beraber kalede mahsur kalan Bedreddin el-Ayni kuşatmayı anlatırken Antep halkının uğradığı zulüm ve eziyetlerden kendisinin geçirdiği tehlikelerden söz etmektedir. Antep şehrinin işgali ve kuşatması sürerken Halep Valisi Kara Demirtaş’ın ordusu ile buraya doğru geldiği duyulunca Suli Bey ve Mintaş muhasarayı kaldırıp Maraş a çekildiler.
    Dulkadiroğulları ile Memlüklar arasında kuzey Suriye üzerindeki hakimiyet mücadelesi devam ederken Timur da Ordusu ile Güneydoğu Anadolu ya gelerek Mardin i kuşattı,ve Diyarbekir’i zaptetti 1400 de önce Behisni yi ele geçirip Antepe Yöneldi .Şehri zaptederek kaleyi muhasara altına aldı. Timur un yanında seferlerine iştirak eden Nizameddin Şami nin Zafer Namesinde şehrin zaptından sonra bir kısım halkın bağışlandığı ancak çoğunun kılıçtan geçirildiği, binaların ,evlerin yıkılıp yerle bir edildiği belirtilir Ayrıca Antep Kalesini uzun uzadıya tarif ve tasvir eden Şami kalenin çok sağlam olduğunu da yazar.
    Timur istilasının ardından tekrar Memlük idaresine geçen şehir ve yöresi 1418 yılında yeni bir saldırıya uğradı. Akkoyunlu Beyi Karayülük Osman Bey Karakoyunlu topraklarına girerek Mardin i kuşatıp civarını yağmalamış, Kara Yusuf un üzerine gelmesiyle de kaçarak Memlük topraklarına girip Halep e sığınmış, onu takip eden Karakoyunlu kuvvetlerinden Kara Yusufun oğlu Pir Budak ın idaresindeki bir kısım askerler Antep üzerine yürümüşlerdi. Bu harekat duyulunca Antep Naibi ve halkının bir kısmı şehri terkedip kaçtı. Kara Yusuf un Memlük sınırlarına girip Antep yöresine gelmesi Kahire de telaş ve endişeye yol açtı. Karayülükün durumunu öğrenmek için Halepe kadar yaklaşan bir Karakoyunlu birliğini mağlup eden Halep Naibi Yeşbek alınan esirlerden Kara Yusuf un Antep şehrinde olduğunu öğrendi. Kara Yusuf askerlerinin bu yenilgisi üzerine Yeşbek e gönderdiği mektupta Karayülük ü cezalandırmak için Memlük topraklarına girdiğini belirterek Antep’e gelmiş olduğu için özür diledi. Bir müddet sonra da Memlük topraklarından ayrıldı. Fakat giderken Antep in çarşı ve pazarlarını yaktığı gibi şehri de askerlerine yağma ettirdi, ayrıca Antep halkından da 100.000 dirhemle kırk at aldı.
OSMANLI DÖNEMİ
    Bu tarihten sonra yeniden başlayan Dulkadirli-Memlük mücadelesi Osmanlıların da devreye girmesiyle farklı bir safhaya büründü ve Antep’i de etkiledi.1467 doğrudan Memlüklerle savaşa girişerek önce Şam Naibi Berdi Bey kumandasındaki orduyu Turnadağ eteklerinde yenen Dulkadirli Beyi Şehsuvar Bey, Memlük Sultanı Kayıtbay ın EmirCanıbek kulaksız idaresindeki ordusunu da Antep yakınlarında bozguna uğrattı.(30 Mayıs 1468) ve Antep dahil Halep e kadar olan yer- leri kontrolü altına aldı. Ancak az sonra Emir Yeşbek kumandasındaki bir Memlük ordusuna Antep yakınlarındaki savaşta yenildi. Bunun üzerine Antep yeniden Memlük Sultanlığı idaresine girdi.
    Alaüddevle nin Beğliği sırasında ise Antep Dulkadir oğullarının hakimiyetinde bulunuyordu Dulkadiroğullarının çok önem verdiği bu şehir daha önce olduğu gibi Alaüddevle Bey tarafından da imar edildi. Alaüddevle burada kendi adıyla anılan bir cami ile bir maslak (Büyük su haznesi) yaptırdı. .Bunların masrafları için vakıflar kurdu. Dulkadir Beyliği Osmanlı himayesi altında Şehsüvaroğlu Ali Beyin idaresine verilirken memlük ler bu fırsattan faydalanarak Antep şehrini tekrar işgal ettiler.
    Yavuz Sultan Selim’in İran seferi sırasında ve sonrasında Memlük Sultanı Kansu nun Şah İsmail’i desteklemesi,Memlük teabası sünni halkın memnuniyetsizliğine sebep oldu. Yavuz Sultan Selim bu hususta geniş bir propagandaya girişerek sünnileri Osmanlılar tarafına davet etti Şam ve Halep Naibleri yanın- da Antep Naibi de bu davete olumlu cevap verdi. Nitekim Osmanlı ordusu Memlük topraklarına doğru ilerleyerek Behisni üzerinden gelip Antep yakınlarındaki Merbüzan suyu kenarında ordugah kurduğu sırada Memlükler in Antep Naibi Yunus Bey Osmanlı hizmetine girdi. Yavuz Sultan Selim 20 Ağustos 1516 da Antep’e gelerek üç gün konakladı. Bu suretle Antep Şehri Osmanlı Devletine katılmış oldu.
    Osmanlı idaresi sırasında Gaziantep’te önemli bir olay meydana gelmemiştir. Yalnız diğer Anadolu şehirleri gibi burası da XVII. yüzyıldan itibaren zaman zaman Celali saldırılarına uğramıştır. Yöredeki bazı nüfuzlu şahsiyetler ve mütegallibenin et- kisi altına girdi. Şehir Haziran 1839 da kısa bir süre için Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa kuvvetleri tarafından işgal edildi.
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ
     I. Dünya Savaşından sonra ilk olarak 17 Aralık 1918 de İngilizler şehre girdiler. Yaklaşık Bir yıl süren işgalin ardından Fransızlar ile yaptıkları anlaşma gereği burayı Fransızlara terk ettiler.(5 Kasım 1919)Gerek Fransızların gerekse onlarla hareket eden Ermenilerin baskı ve zulümleri halkın direnişine yol açtı. Antep-Kilis hattında Şahinbey liderliğinde işgale karşı büyük bir savunma başladı. Şahin Bey in şehit edilmesinden sonra bu defa Antep çatışmalara sahne oldu. Antep halkı 1 Nisan 1920 den 7 Şubat 1921 e kadar Fransız kuvvetlerine karşı büyük bir direniş gösterdi. Daha sonra direniş kırıldı,ve Türk Askerleri geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Fransızlar 9 Şubat 1921 de şehre hakim oldular. Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi gücüyle işgale 10 ay dayanan ve düşmana geçit vermeyen Antep’e 6 Şubat 1921 de Gazilik unvanı verdi. Böylece şehir Gaziantep adıyla anılmaya başladı. Fransızlar Ankara Antlaşmasının ardından 25 Aralık 1921 de şehri boşalttılar ve Gaziantep iki yıl süren işgalden kurtulmuş oldu.

Gaziantep’in Tarihi Yerleri

Belkıs/Zeugma Antik Kenti






Belkıs/Zeugma bu günkü konumuyla, Gaziantep İli, Nizip ilçesinin 10 km. doğusunda, Birecik Baraj gölünün kıyısında, yeni Belkıs köyünün yakınında yedi tepe üzerine kurulmuş antik bir kenttir. Yaklaşık olarak 21 bir dekarlık bir arazi üzerinde yer almaktadır.
Zeugma’dan Strabon, Plinius ve birçok antik yazar bahsetmiştir. Büyük İskender’in generallerinden Selevkos Nikator I, M.Ö. 300’de, İskender’in Fırat’ı geçtiği bu yerde, kendi adıyla Fırat’ın adını birleştirerek Selevkeia ad Euphrates( Fırat Seleukeia’sı) ismiyle antik kenti kurmuştur. Bu kentin karşısına da eşi Apameia’nın adıyla ikinci bir kent kurarak, bu ikiz kenti bir köprüyle birbirine bağlamıştır. Kommagane kralı Mitridates I. Kallinikos’un, Selevkos kralının kızı Leodike ile evlenmesiyle kent, çeyiz olarak Kommagane krallığına verilmiş. Leodike’nin oğlu Antiokhos I, bu kentin geliriyle Nemrut dağındaki heykelleri yaptırmıştır. Yaklaşık 40 yıl Kommagene’nin dört büyük şehrinden biri olan kent, M.Ö. 64 de Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılarak, ismi geçit ve köprü anlamına gelen “Zeugma” olarak değiştirilmiştir.
Roma döneminde kent en zengin dönemini yaşamıştır. M.S. 256 yılında Sasani kralı Şapur I, Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkmış, daha sonra kent bir depremle alt üst olmuştur. Bu tarihten sonra artık Zeugma bir daha kendini toparlayamamış ve eski ihtişamına ulaşamamıştır. Zeugma 5 ve 6 yüzyıllarda Bizans hakimiyetine girmiştir. 7. yüzyılda ise Arap akınları neticesinde terk edilmiştir. Daha sonraları 9-12. yüzyıllar arasında İslami yerleşimi olarak varlığını sürdürmüş. 17. yüzyılda ise yanı başına Belkıs köyü kurulmuştur.
Antakya’dan Çine uzanan tarihi ipek yolu Zeugma’dan geçmekteydi. Ayrıca Batıdan Dülük, Güneyden Antakya, Halep ve Palmira, Doğudan ise Edessa’dan gelen antik yollar da Belkıs/Zeugma’da birleşmekteydi. Uzak doğudan getirilen ipek, baharat ve değerli taşlar Zeugma gümrüğünden geçerek Zeugma agorasında (Pazaryeri) tüccarlara pazarlanmıştır. Arşiv odasında ele geçen ve dünya rekorları kıran, 100.000. (yüz bin)’in üstündeki mühür baskıları Zeugma kentinin haberleşme ve ticaretteki önemini kanıtlamaktadır. Mühür baskıları mektuplarda, noter belgelerinde, para torbalarının ve gümrük balyalarının v.b. mühürlenmesinde kullanılmaktaydı.
Zeugma bu bölgede ticaretin merkezi konumundaydı. Bu kent Roma’nın doğu sınırında en son kentlerden biri olması sebebiyle, stratejik konuma sahipti. Bu nedenle burada önce Anadolulu askerlerden oluşan ve “Sikitia (İskit) Lejyonu” adı verilen askeri birlik, sonraları ise 6 bin askerden oluşan “IV. Lejyon” konuşlandırılmıştır. Ticaretin yoğunluğu, askeri lejyonun ekonomiye katkısı dolayısıyla Zeugma kenti oldukça zenginleşmiştir. Bu zenginlikle birlikte “Fırat manzaralı teraslara” çok sayıda villa inşa edilmiştir.

Dülük Antik Kenti


Dülük, Gaziantep ilinin 10 km kuzeyinde, Antik dönemde ise güney, kuzey, doğu ve batıdan uzanan ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasında yer almaktadır. Asurlular döneminde Mezopotamya’dan Kilikya’ya uzanan yolun; Helenistik ve Roma döneminde ise, Antakya ve Kilikya’dan Zeugma’ya uzanan ipek yolunun güzergahında bulunmaktaydı.
Dülük’te Keber tepesinde yapılan bilimsel kazılarda Alt Paleotik döneme ait çakmaktaşı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Bu taş aletler özgün bir karakter kazandığından literatürde “Dülükien” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde barınma için kullanılan bir mağara (Şarklı Keper Mağarası) da ele geçmiştir. Bu kalıntılara dayanılarak Dülük M.Ö. 600.000 yıllarına tarihlenmekte olup, dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir.
Tarihte Doliche olarak bilinen kent Hititler’in baş tanrısı Teşup’un din merkezi olmuştur. Klasik dönemlerde de önemini koruyan Doliche ve baştanrısı Teşup; Roma döneminde de önemini koruyarak Jupiter Dolichenus diye anılmaya başlanmıştır. Bu inanç Romalı askerler sayesinde Avrupa içlerine, İngiltere’ye, Kuzey Afrika’ya kadar yayılmıştır.
Dülük, antik kent ve kutsal alan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Antik kent bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber tepesi ve çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük köyünün yaklaşık 3 km. kuzeyinde, sedir ve çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer almaktadır.

Zincirli (Sam’al) Örenyeri


İslahiye ilçesinin 10 Km. kuzeyinde, Fevzipaşa Bucağına bağlı Zincirli Köyündeki Kalıntılar, eski adı Sam’al olan bir krallık kentini ve kalesini kapsamaktadır. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 12. yüzyıl başlarında yıkılmasından sonra, kurulan Geç Hitit Krallarından birinin merkezi olan kent, M.Ö. 920’de Aramiler’in egemenliği altına girdi. Daha sonra Sam’al, M.Ö. 743’te Asur’a bağlı bir devlet haline geldi. M.Ö. 725’te de bu imparatorluğun topraklarına katıldı.
Zincirli’de 1888-1890-1891, 1892, 1894 ve 1902 yıllarında, özellikle, Kral Humann, Felix Von Luschan ve Robert Koldewey yönetiminde gerçekleştirilen kazılar sonucu, Zincirli (Sam’al) kentinin sarayları, önemli yapıların yer aldığı akropolisi ve dış surları ortaya çıkartılmış, kentin ilk kez, M.Ö. 1300 yıllarında surlarla çevrildiği anlaşılmıştır. Kent alanının merkezinde yer alan yükseltinin üzerinde, bir kale kurulmuş, kalenin içinde ise bir saray inşaa edilmiştir. Daha sonra, M.Ö. 10-9. yüzyıllar arasında, iki yeni saray daha yapılmış ve kentin etrafında yer alan çember biçimindeki sur, M.Ö. 7. yüzyılda, ilkine koşut ikinci bir duvarla takviye edilmiştir.
M.Ö. 900-700 yılları arasında Zincirliyi yöneten krallar arasında Kilamuva ve Barrakab zamanında kente, geniş çapta bayındırlık faaliyetlerinde bulundukları, ele geçen bu eserlerden anlaşılmaktadır. Zincirli-Sam’al da, M.Ö. 9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, saray yapılarında Arami Sanatı’nın egemen olduğu izlenmektedir. Bu eserlerin en eski örnekleri; Kral Kilamuva’ya (M.Ö. 832-810) ait, hükümdarın rölyefi ve Arami Yazıtları, bazalt ortostat ve aynı kralı oğlu veya bir saraylı ile betimleyen küçük boyda bazalt steldir. Sanat tarihi açısından son derece önemli bu iki özgün eser, Berlin’dedir. Kral Barrakab’ın egemen olduğu yıllarda, sitadel/iç kale’nin saray yapılarında; heykel, kabartma ve kaideler ile başlıkları daha çok stilize bitkisel motiflerle bezemeli sütunların yer aldığı görülmektedir. Barrakab çağına tanık olan ortostatlar, kuzey direkli yapı’nın doğu kanadında ortaya çıkartılmış ve bunlardan bazıları yerinde sabit olarak bulunmuştur. Bunların içinde birbirini tamamlayan iki ortostat İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi’nde, geri kalanlar ise Berlin Müzesi’nde bulunmaktadır.
Kazı çalışmaları sırasında birçok heykelin yanı sıra, özellikle, kabartmalarla süslü çok sayıda stel ve ortostat ortaya çıkartıldı. Bu eserler, M.Ö. 9-7. yüzyıllar arasındaki Geç Hitit sanatının en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Yapıldıkları döneme göre üslupsal değişiklikler gösteren bu kabartmalarda, saray ve din çevreleri üzerine, zengin bilgiler veren çeşitli sahneler canlandırılmıştır. Masa başında oturan bir kadın, tahtında oturan Kral Barrakab ile bir yazıcı, bir savaş arabasına binmiş savaşçılar, elinde mızrakla bir kalkan tutan Savaş Tanrısı, savaşçıların ve çalgıcıların yer aldığı bir geçit töreni, bir ziyafet sahnesi, bir atlı, bir boğa, düşsel hayvanlar,(aslan gövdeli ve iki başlı, biri aslan, öbürü insan başlı) karma yaratıklar.

Tilmen Höyük

Tilmen Höyük, İslahiye İlçesinin l0 km. doğusunda, Karasu çayı kıyısında bulunmaktadır. Tilmen Höyük, İslahiye ve civarında sayıları 50’ yi geçen höyüklerin en büyüklerinden birisi olup, 21 m. yüksekliktedir. Surlar yer yer dörtgen şeklindeki kulelerle takviye edilmiştir. Höyüğe ait buluntular eski Mezopotamya ve Suriye kültürleri ile eski Anadolu kültürleri arasındaki bağı ve karşılıklı ilişkiyi göstermektedir. Tilmen Höyük ilk olarak 1958 yılında Prof. Dr. Bahadır ALKIM ve Asistanı Refik DURU tarafından tespit edilmiş ve arkeolojik kazılar 1972 yılına kadar aralıklarla devam etmiştir.
Yapılan bu arkeolojik kazılar neticesinde höyüğün üzerinde kalın bir moloz tabakası altında anıtsal yapılar ortaya çıkartılmıştır. Bunlar arasındaki büyük bir yapının en erken evresi, planı ve ortostatlı duvarları ile Antakya yakınında Amik Ovası’ndaki Alalah höyüğünün 7. kat sarayına çok benzemektedir. Bu dönemde, Yamhad Krallığı’nın merkezinin Halap(Halep) olduğu ve Kral Yarım-Lim zamanında Alallah’ın bir süre bu krallığın başkenti olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bir Mari (Tel Hariri-Suriye) çivi yazılı belgede de, Yamhad’ın 20 krallıktan oluşan bir birlik olduğu yazılıdır. Bu bilgiye dayanarak Tilmen Höyükteki sarayın en erken evresinin Erken Tunç Çağı(M.Ö.2000) yani Alalalah’ın 7. tabakasıyla çağdaş olduğu ve Tilmen’in bu 20 krallıktan birinin merkezi, yani Yamhad krallığına bağlı bir prenslik olduğu düşünülmektedir. Yapılan kazılar sonucu buranın tarihinin M.Ö. 4000 yılında başladığı M.Ö III.bin yılının son döneminde büyük bir şehir olduğu ortaya çıkmıştır. En görkemli dönemini ise M.Ö. XVIII-XV. yüzyıllarında yaşamıştır. Bu dönemde Tilmen Halep Kralığı’nın yasal krallıklardan birinin vasali(beylik) idi. Tilmen Höyük, Anadolu’da bölgesinin Hattuşa’dan sonra en görkemli şehirlerden birisi olmuştur. Höyüğün kuzeydoğusunda 8 metre yüksekliğinde, 17 basamaklı ve rampayla çıkılan yuvarlak kuleler vardır. Şehir iç ve dış kaleden oluşmaktadır. Yani iki surla koruma altına alınmıştır. Kalenin surları büyük ve düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. İnanılmaz büyüklükte ve tonlarca ağırlıktaki taşlarla yükselen surlar kentin görkemini gözler önüne sermektedir. Surlar kazamatlı duvar tekniğinde ve birbirine yaslanan masif bloklardan yapılmıştır. Kentin asıl giriş kapısı doğudadır ve iki yanı kapı aslanlarıyla korunmuştur. Bu kapının dışında biri kuzeybatıda, öteki güneybatıda yer alan iki ufak giriş daha vardır. Sarayın girişi de bu güzelliği bizlere kanıtlar niteliktedir.
Yapılan kazılar sonucu höyükten pek çok araç-gereç, çanak-çömlek, takılar,mühürler, ortastat,ziynet ve süs eşyaları çıkarılmıştır. Günümüzde “Tilmen Höyük Onarım ve çevre Düzenlemesi Projesi” Prof. Dr. Refik Duru’nun bilimsel yetki ve sorumluluğuyla Gaziantep Müze Müdürlüğünün Kazı Başkanlığında devam etmektedir.
Prof. Dr. Refik DURU yetki ve sorumluluğunda yapılan çalışmalar neticesinde mevcut tahribat giderilerek saray duvarları onarılmıştır. Ziyaretçilerin en kestirme yoldan, iç surdaki anıtsal merdivene ve tepedeki saraya giden yolların açılması sağlanmış, Höyüğün doğu yamacındaki surun iri taşlarla örülen bir bölümü tümüyle kapatan ağaçlar budanarak, sur rahatça görülebilir bir hale getirilmiştir. Sarayın içindeki yıkıntı tümüyle kaldırılarak yapı büyük ölçüde eski haline getirilmiştir. Ayrıca muhtemelen Kral ailesinin özel konutu olarak hizmet veren büyük yapı, Tapınak ve Saray mutfaklarının yıkılan duvarları, orjinal taşları yükseltilerek, onarılmıştır. 2004 yılında yapılan kazı çalışmaları neticesinde aşağı şehir diye isimlendirilen kısımda ikinci bir tapınak daha ortaya çıkartılmıştır.
Yapılan kazılar sonucu höyükten pek çok araç-gereç, çanak-çömlek, takılar, mühürler, ortastat, ziynet ve süs eşyaları çıkarılmıştır. Tilmen’de kazı çalışmaları İtalyan kazı ekibi tarafından her yıl yapılmaktadır. Tilmen Höyük’e Gaziantep’in İslâhiye İlçesinden Yesemek’e doğru giden yolun yaklaşık 10.km. sinden sola doğru 1 km.lik asfalt bir yol ile ulaşılmaktadır.

Sakcagözü (Coba Höyük)


Sakçagözü, Gaziantep-Adana karayolunun 50. km’sinde yer alan Geç Hitit döneminin, önemli merkezlerinden birisidir. Sakçagözü’nden 3 km. kuzeye doğru gidildiğinde kazıların yapıldığı alana ulaşılır. Sakçagözü (Coba) Höyük, 1907-1912 yılları arasında John Garstang, 1949 da Seten Llyoyd tarafından kazılmıştır. Kazılarda M.Ö.1. binin ilk çeyreğine ait Geç Hitit krallık çağına ait kent açığa çıkarılmıştır. Hitit dönemine ait yapılar, şehri çevreleyen surlar, saray kalıntıları, yapıları süsleyen ortostatlar ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca Hitit üslubundaki eserler, süslü kabartmalar ve heykelcikler de bulunmuştur. Saray girişinde iki kapı aslanı heykeli, sphenks kabartması ve yanındaki ortostatlar üstünde kuş adamlar ve tanrısal figürler bulunmaktadır. Diğer ortastatlarda ise, aslan avı, kuş ve yelpaze tutan figürler işlenmiştir.
Bulunan eserler Berlin as Vorderasiatische Museum, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesinde sergilenmektedir.

Cıncıklı Örenyeri


Gaziantep’in İslahiye ilçesine bağlı Altınüzüm(Boğaziçi) beldesinde bulunan Cıncıklı Ören yeri ana yoldan 500 m. kadar içeride Amanos dağlarının kalkar yapılı eteklerinin sona erip, ovadaki bazalt kesimin başladığı hat üzerinde yer almaktadır. Buraya yüzeyde çok miktarda mozaik taşı görüldüğünden yöre halkı tarafından “Cıncıklı” adı verilmiştir. Cıncıklı ören yerinin çevresinde bazalt taşlardan yapılmış bir çok yapı kalıntısı mevcut olmasına rağmen bunların ne tür yapılar olduğu tam olarak anlaşılamamıştır.
Bu yapıların içerisinde boyut olarak en büyüğü, duvarları yaklaşık 0.50-0.70 m. yükseklikte kalabilmiş olan kilisedir. Uzunluğu 28 m. genişliği ise 15 m. olan kilisenin apsisi uzun tarafta olup, nef ayrımı bulunmamaktadır, ayrıca yanlardan iki girişi bulunmaktadır. Ortadaki yarım elips biçimli, bozulmuş harçlı taban ise Bema’nın bulunduğu yerdir. Apsis, salondan bir basamak yüksek olup, iki yanında Diakonikon ve Martyrion bölümleri yer almaktadır. Tüm bu alanlardaki döşeme mozaikli olup, salon kısmındaki tabana zürafa, fil,ayı,kaplan gibi bölgeye yabancı hayvanlar ile kuş ve bitki motifleri serpiştirilmiştir. Apsisin içinde, geometrik şekiller arasına yerleştirilmiş dinsel anlamlar taşıyan hayvan figürleri yer almaktadır. Diakonikon ve Martyrion ile muhtelif yerlerde, panolar içinde Grekçe ve Süryanice yazıtlar görülmekte, bunlar bazen tek dilli bazen çift dilli olarak izlenmektedir. Özellikle Süryanice yazıtlar Gaziantep yöresinde ünik örnekler olması açısından çok önem taşımaktadırlar. Yazılı mozaikler ilk paleografik tespitlere göre en erken M.S. 7-8 yüzyıllara tarihlenmektedir.
Günümüzde koruma amaçlı olarak üzeri toprakla kapalı olarak tutulan Cıncıklı ören yerinde, önümüzdeki yıllarda yapılacak olan kazı çalışmaları ve çevre düzenlemesi ile bölge turizmi açısından önemli ziyaret yerlerinden birisi haline gelecektir.

Dolmen Mezarları


Gaziantep Yavuzeli İlçesinde bulunan Dolmen mezarları, Yavuzeli-Araban yolunun batısında, biri Ballık Köyünde diğerleri ise Küçük Karakuyu Köyünün sınırları içerisinde bulunmaktadır. Yöre köylüleri tarafından “gavrikul (delikli taş)” olarak adlandırılan dolmen mezarları yaklaşık 650m. yükseklikten başlayarak 850 metreye kadar arazideki yayılımlarını sürdürmektedir.
Dolmenlerin yayıldığı bu coğrafi alan Karadağ’ın eteklerindeki kireçtaşı tepeliklerdir. Kalker yapılı arazide yapılan çalışmalar sırasında toplam 26 tane dolmen mezar tespit edilmiştir. Gaziantep dolmenlerinde ayakta kalan parçalar daha çok yan yana konulan iki blok taş ve bunların üstündeki bir blok taş olmak üzere üç adet yassı blok taştan ibarettir. Dolmenlerin içi taşlarla doludur.Dolmenlerden birinin ölçüleri yükseklik:1.90m uzunluğunda 3.40m eni 2.20m.dir.
Gaziantep dolmen mezarlarının mimarisine baktığımızda, Adıyaman Kargalı dolmenleri gibi dörtgen podyum üzerinde, dolmen örtüsünün biçimi ve oda biçimi ile taşların kabalığı, boyutları açısından Levant bölgesinin Akdeniz özelliğini taşımakta, İsrail dolmenleri ile de benzerlikler göstermektedir. Bu eserlerin Levant dolmenleri gibi, Bronz Çağı toplumlarınca yapıldığı sanılmaktadır.

Karkamış Harabeleri


Gaziantep’in Karkamış İlçesi yakınında, Fırat’ın batı kıyısında, Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde, Yakındoğu Arkeolojisi’nin en önemli yerleşimlerinden birisi olan Karkamış Antik kenti yer almaktadır. Kent; M.Ö. II. bin yılda, Anadolu’dan, Mezopotamya’ya ve Mısır’a uzanan yolların önemli bir kavşak noktasında yer alıyordu.
Karkamış Krallarından söz eden ilk belgeler, M.Ö. 1700’e doğru ortaya çıkar. M.Ö. 1650’li yıllarda, Hitit Kralı Hattuşili 1, Karkamış ve çevresindeki kentleri alarak, kuzey Suriye yolunun güvenliğini sağladı. Daha sonra, Mitanniler’in egemenliği altına giren kent, Şuppiluliuma I. döneminde yeniden Hititlere bağlandı. Karkamış artık, çoğu büyük Hitit Kralları soyundan gelen ve İmparatorluğun Suriye’deki topraklarını denetim altında tutan bağlı krallar tarafından yönetiliyordu. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. XII. yüzyıl başlarında yıkılmasından sonra kent, yeni kurulan çok sayıda Geç Hitit Krallığından birinin merkezi oldu. Asur Kralı Acurnasirpal II’nin Suriye Seferi (M.Ö. 876-866) sırasında, haraca bağlanan Karkamış, M.Ö. 717’de Asur Kralı Sargon II tarafından yakılıp yıkılarak, Asur topraklarına katıldı.
Kalenin bulunduğu tepede, tarih öncesi kalıntıların yanı sıra, Erken ve Geç Hitit dönemlerinden iki ana yerleşim yeri saptanmıştır. Dış Kent, İç Kent ve Kale olmak üzere üç bölümden oluşan dikdörtgen planlı Karkamış’ta; yönetsel ve dinsel işlevli yapılar, kentin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Yapılar; Hitit-Asur üslubunda kabartmalarla kaplı siyah bazalt ve beyaz kireç taşı ortostatlarla süslüdür. Bulunan kabartmaların çoğunluğu, Geç Hitit dönemine tarihlendirilmektedir. Bu kabartmalar, Tanrıça Kupapa ve onun adına yapılan tören alayındaki askerlerin, rahiplerin, çeşitli hayvanları taşıyan kişilerin, uzun ve düz kılıçlarla silahlanmış prenslerin, savaş arabalarının, karışık yaratıkların, koruyucu hayvanların yer aldığı tören alayı betimlemeleriyle M.Ö. I. Bin yıl başlarındaki yaşam biçimine, giysilerine ve kültürüne ışık tutmaktadır. Karkamış kabartmalarının, büyük çoğunluğu bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Suriye sınırında mayınlı askeri sahada bulunan harabeler, mayınlardan temizlenmeyi beklemektedir.

Roma Anıt Mezarları


Gaziantep’in Araban İlçesi sınırları içerisindeki Elif, Hisar ve Hasanoğlu köylerinde üç adet Roma mezar anıtı yer almaktadır. Bu üç anıt askeri ve ticari anlamda Fırat’a paralel olarak kuzey-güney yönünde ve batıdan doğuya Fırat’a doğru gelen çok önemli iki yolun kavşağında yer almaktadır. Roma döneminde bölgedeki zengin,asil,üst düzey yönetici veya yüksek rütbeli asker kişiler için yapılmış olduğu düşünülmektedir. Her üç mezar anıtının da, birbirlerine oldukça yakın yerlerde yapılmış olmaları bu yol kavşağı ile bağlantılıdır. Genelde bu mimari biçimindeki anıt mezarlar çoğu kez altta bir mezar odası içeren kaide bölümü, bunun üzerinde araları açık sütun, paye veya kemerli bir üst bölüm ile çoğunlukla da piramidal biçimde bir çatı örtüsünden oluşa üç bölümden meydana gelmektedir.

KALELER

Gaziantep Kalesi


Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerekse bir sır gibi gizlediği tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25-30 m. yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe üzerindedir.
Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve çevresinde “Theban”isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir.
M.S. II-IV. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşaa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi 1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kale’nin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüz kadar gelemediği sanılmaktadır. Kale çevresinde, eni 30 m., derinliği ise 10 m. olan bir hendek bulunmakta ve kaleye geçiş ise köprü ile sağlanmaktaydı. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta ise halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır.
Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır.Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Araban Kalesi


Araban ilçe merkezinde bulunan yüksek ve üzeri oldukça düz olan prehistorik bir höyük üzerinde yer almaktadır. Kalenin gözle görülen kalıntıların hemen hepsi ortaçağda yapılmış kale-şehirden kalanlardır. Araban (ortaçağ’daki adıyla “Raban”), 11.-12. yüzyıllarda Urfa Haçlı Kontluğuna bağlı, o dönemde önemli bir merkez konumundaydı. Günümüzde Araban ise; eski önemini yitirmiş, küçük bir ilçe merkezi halindedir. Ortaçağ kalesinin planını ve detaylarını elde etmek henüz mümkün olmamıştır. Tepe üzerinde blok taşlarla inşaa edilmiş, camii olarak kullanılmış büyük bir yapı dikkati çekmektedir.

Tılbaşar Kalesi


Gaziantep İli Merkez Oğuzeli ilçesinin yaklaşık 12 km. kadar güneydoğusundaki Gündoğan köyünde yer alan Tılbaşar Kalesi, M.Ö 3000 yıllarına kadar giden ve tunç çağlarından itibaren iskan görmesinden dolayı oluşan birikimle oldukça yüksek görünen Tılbaşar höyüğünün üzerinde yapılmıştır.
Tarih öncesi devirlerden sonra klasik çağlarda da, yakınında kurulmuş olan ve Abara ismi ile anılan antik kentte yerleşim devam etmiştir. Tılbaşar Kalesi M.S. 11. ve 12. yüzyıllarda Haçlı Seferleri sırasında, önemli ticaret yollarına ve stratejik kavşaklara hakim ve yüksek bir tepeye (höyüğü) sahip olduğundan yeniden ele alınmış, höyüğün etrafında oluşan şehir bir sur ile çevrilmiş ve höyüğün üzerinde de sağlam bir kale inşa edilmiştir.

CAMİ VE TÜRBELER

Ahmet Çelebi Cami


Ulucanlar Mahallesindedir. Caminin kurucusu Peygamber soyundan Hacı Osman oğlu Şeyh Ramazan Efendi’dir. Bu eser medrese, cami, kastel olarak peş peşe sıralanmıştır. Cami sonradan ilave edilen medreseyi yaptıran Ahmet Çelebi’nin adıyla anılmaktadır. Caminin; kitabesinden l083 hicri (l672 miladi) tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır.Bahçesinde bulunan kastele l2’si kesme taştan, 32’si kayaya oyma 44 merdivenle inilir. Cami ahşap işçiliğinin eşsiz örneklerini yansıtmakta olup, ayrıca kadınların da ibadet etmeleri için ayrı bir bölümü vardır.

Alaybey (Gami Bey) Cami

Alaybey mahallesi Gaziler caddesi üzerinde bulunmaktadır.Caminin yapılış tarihiyle ilgili kesin bir bilgi yoktur. Ancak 4 Zilkade 1005 (M.1596) tarihli mahkeme kayıtlarından caminin M.1595 tarihinden önce yapıldığı H.1224 tarihinde yeni bir onarım gördüğü de kitabesinden anlaşılmaktadır. Camiyi yaptıran kişinin Alaybeyi olan bir komutan olduğu bilinmektedir. Camide kesme taş işçiliğinin güzel örnekleri bulunmaktadır. Üç ayağa oturan dört kemer gözlü olan son cemaat yeri çapraz tonozla örtülüdür. Dışarıda küçük bir avlusu vardır. Kuzey-doğu köşedeki minare çokgen gövdeli ve tek şerefelidir. Merdivenle çıkmalı minberi ve vaaz kürsüsü vardır.

Şirvani (Şirvani Mehmet Efendi) Cami


Gaziantep Kalesi’nin batısında Seferpaşa Mahallesinde bulunmaktadır.Eskiden tarihi Gaziantep camileri içerisinde minaresi iki şerefeli olan tek cami olduğundan bu camiye halk tarafından “İki Şerefeli Cami” de denir. Şirvani Mehmet Efendi , camiyi yaptıran kişinin adıdır. Rivayete göre Şirvani Seyit Mehmet Efendi Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in soyundan gelmektedir. Caminin yapılış tarihinin Miladi 1677 tarihinden önce olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bir efsaneye göre cami herhangi bir nedenle yıkılırsa onu yeniden yapacak kadar altın ve gümüşün temelinde gömülü olduğu söylenir. Camide eskiden dervişlerin zikrettikleri bir oda ve ahşap işçiliğinin güzel örnekleriyle süslenmiş bir müezzin mahfili de bulunmaktaydı. Bir başka önemli bölüm ise Boyacı Camiinde olduğu gibi minberin alttan kızaklı olması, duvarda yapılan özel bölmesine girip çıkabilmesidir.

Tahtani (Tahtalı) Cami

Gaziantep Kalesi’nin yanında Şekeroğlu Mahallesi Uzun Çarşı caddesi üzerindedir. Caminin yaptıranı ve yapıldığı tarih hakkında kesin bilgilere rastlanmamıştır. Ancak Miladi 1557 tarihli bir belgede adından söz edilmektedir.M.1563 yılında Maraş Valisi Osman Paşa tarafından tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Caminin ismi önceleri Tahtani olarak söyleniyordu.Bir söylentiye göre cami ağaçtan yapılmıştır.Bu nedenle halk tarafından camiye Tahtalı Cami de denmiştir. Bu cami yararına vakıflar bırakıldığı ve çeşitli amaçlarla kurulmuş vakıfların vakfiyelerinde Tahtani camisine de kaynak sağlandığı kayıtlardan anlaşılmaktadır.

Alaüddevle (Ali Dola) Cami

Uzun Çarsı’nın batısında Eski Saray Caddesi’ndedir. Halk arasında Ali Dola Camii de denilmektedir. Alaüddevle Maraş”ta hakimiyet sürdüren Dulkadiroğlu Beyliğinin son beyidir. Caminin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber camiyi yaptıran Alaüddevle’nin Miladi 1515 tarihinde vefat ettiği düşünülürse bu tarihten önce yaptırıldığı ortaya çıkmaktadır.Sadece minaresi yıkılmadan günümüze ulaşabilen cami, 1901 yılında giriş yüzü siyah ve beyaz taşlardan tek kubbeli olarak yeniden yapılmıştır. Caminin mimarı Armenek, ustabaşısı da Kirkor’dur. Hıristiyan sanatında görülen kemer içinde ki küçük sütunlu pencere ve üzerinde yuvarlak bir pencereden oluşan sistem burada da uygulanmaktadır. Mihrabın üçgen bir alınlık içine alınması yine kiliselerden alınma bir özelliktir. Ayrıca yan duvar pencerelerinin etraf silmelerinin büyük ebatta yapılmaları ve içerideki mihrap süslemeleri ise barok özellikleri ihtiva eder.

Tekke (Tekke Mevlevihanesi) Camii

Kozluca Mahallesi Küçük Pazar sokağının güneyindedir.Resmi kayıtlarda adı Mevlevihane Camisi olarak geçer. Ancak halk tarafından Tekke Camii olarak bilinir. Cami, hücreler, semahane, yönetim ve Mevlevi dervişlerinin oturma odaları, tuvaletler, havuzlar, küçük ve kısa minaresinden oluşan eserler topluluğudur. Cami M.1638 yılında Mustafa Ağa adında bir Türkmen Ağası tarafından yaptırılmıştır.Miladi 1901-1903 (H.1319 ve 1321) yıllarında çıkan büyük yangınlarla gelir getiren yapıları tamamıyla yanmıştır.Zamanın Mevlevi Şeyhi ve vakfın mütevellisi olan Şeyh Mehmet Münip Efendi tarafından yanan yerler yeniden yaptırılmıştır.Caminin minaresi,altından geçen yol nedeniyle dikkat çekicidir.

Karatarla Cami

Karatarla Mahallesi Eski Saray caddesi Kunduracılar çarşısındadır.Mescit olarak inşaa edilmiş, Gergeri Halil Çavuş adında bir hayırsever tarafından genişletilerek cami durumuna getirilmiştir. Yapılan bu değişiklik Hicri 1063 tarihli belgelerden anlaşılmaktadır. Gaziantep’teki camilerin minareleri içerisinde en zarif olanıdır.

Kozanlı Cami

Kozanlı Mahallesi Kozanlı sokakta bulunmaktadır.H.1065 ve 1057 tarihli Şeri Mahkeme Sicillerinde mescit olarak geçmektedir.Kozanlıdaki mabedin H.1088 tarihli Şeri Mahkeme Sicilleri kaydında Üstat Ali Bey’in yaptırdığı cami olarak geçmektedir.Caminin örtüsü içten çapraz tonozludur.Çıkmalı çift minberi ,üç gözlü son cemaat yeri,tek şerefeli bodur bir minaresi mevcuttur.

Nuri Mehmet Paşa Cami

Çukur Mahallesi Suburcu Caddesi üzerindedir. Şer-i Mahkeme Sicillerinden ve bir fermandan anlaşılacağı üzere Nuri Mehmet Paşa tarafından 1786 (Hicri 1200) yılından bir kaç yıl önce yaptırılmıştır. Harim mihraba paralel, tek sıra dört kare gövdeli ayakla enlemesine ikiye ayrılmıştır. Mihrap önü kubbe ile yanlar çapraz tonozla örtülüdür. Son cemaat mahalli ise beş kubbelidir. Dış avlu ile son cemaat yerinin birleştiği bölümde klasik Osmanlı tarzındaki iki şerefeli minare yükselir. Mihrap; sarı, siyah, bordo renkli mermer malzeme ile zikzak motif ihtiva eden süslemeye sahiptir. Mihrabın yanlarında birer balkon minber mevcuttur. Girişin üzerinde ahşaptan yapılmış bir bey mahfili bulunur. Mahfil kalem işi ile yapılmış çeşitli geometrik ve bitkisel motifleri ihtiva eder. Gaziantep Savunmasında zarar gören cami;bir ara askeri depo,1958’den sonra da Müze olarak faaliyet göstermiştir.1968 yılından sonra ise onarılarak yeniden ibadete açılmıştır.

Kurtuluş Cami


Gaziantep’in Tepebaşı Mahallesindedir. 1892 yılında kilise olarak yapılan cami önceleri kilise ve cezaevi olarak kullanılmıştır. Bir tarih hazinesi gibi eski ihtişamından hiç bir şey kaybetmeyen Kurtuluş Cami, Gaziantep’in en büyük camilerindendir.





Ökkeşiye Hazretleri Türbesi


Gaziantep’ten Adana’ya doğru karayoluyla giderken Sakçagözü’nü geçince, Nurdağı’na ulaşmadan yolun sol tarafında uzaklarda yeşilliklerle çevrili bir tepe görülür. İşte bu tepede Kahramanmaraş ve Gaziantep bölgesinde binlerce insana adını veren Ökkeş yahut Ökkeşiye Hazretleri yatmaktadır. Ökkeşiye Hazretleri sahabeden bir zat olup Gaziantep’in Müslümanlar tarafından fethinde şehit düşen beş kişiden birisidir. Türbenin bulunduğu yere Ökkeşiye denmektedir. Türbe tam dağın tepesinde bulunmakta ve türbenin alt tarafındaki kuyularda ise birkaç metre derinlikte bol su bulunmaktadır.
Rivayetlerde anlatılanlardan, İslam inanışına göre Peygamber Efendimizin Peygamberlik mührünü gören cennetliktir. Peygamberimiz veda hutbesinden sonra herkesle helalleşirken Ökkeşiye Hazretleri “ Ya Resulullah Uhud Savaşı’nda bana kırbaçla vurmuştunuz. Hakkımı ancak kısasla ödeşirim”der. Peygamberimiz (S.A.V), elindeki kırbacı Ökkeşiye Hazretlerine verir ve sırtına vurmasını söyler. Ökkeşiye Hz. ”Siz bana sırtım çıplak iken vurmuştunuz Ya Resulullah”der. Peygamber Efendimiz sırtını açar ve tam bu sırada Ökkeşiye Hz. Peygamber Efendimizin Peygamberlik mührünü görür ve öper. Daha sonra ise “Kısastaki gayem bu idi Ya Resulullah. Yoksa sizde bir hakkım varsa anam sütü gibi helal olsun”der.
Erkek çocuğu olmayan karı kocalar ve daha değişik maksatları olanlar Ökkeşiye Hazretlerinin türbesini ziyaret ederler ve isteklerinin kabul edilmesi ve arzularına kavuşmak ümidiyle burada Allah’a niyazda bulunurlar. Ayrıca Allah rızası için kurban keserler. Böylece ziyaretten sonra doğan erkek çocuğa genel olarak Ökkeş adını verirler.

Nesimi Hz. Türbesi


Nesimi Hazretlerinin türbesi Gaziantep’in merkez Şehitkamil ilçesi Aktoprak beldesindedir. Nesimi Hz. Bağdat’ta kendisini çekemeyenlerin iftirasına uğramıştır. Rivayete göre Kur’an-ı Kerimi ayak altına aldığı iddia edilmiş ve bunun üzerine derisi yüzülerek öldürülmek istenmiştir. Bu ceza uygulanırken Nesimi Hazretleri hiçbir acı duymamıştır. Fakat camide ezan okuyan müezzinin parmağına kan bulaşmış, bu kanın Nesimi Hazretlerinin murdar kanı olduğu iddia edilerek müezzinin parmakları sırayla kesilmiştir. Nesimi Hazretleri bunun üzerine, silkinerek kalkmış, boğazına kadar yüzülen deri vücuda geri yapışmış ve başını alıp yollara düşerek Aktoprak beldesine gelmiştir. Halk Nesimi Hazretlerini selamlamış ve yakınlık göstermiş, Nesimi Hazretleri de onların selamını alıp karşılık verdikten sonra oracıkta gözden kaybolmuştur. Türbesi kaybolduğu yerde bulunmaktadır.
Şeyh Fethullah Türbesi
Şeyh Fethullah Gaziantep Evliyaları içinde halkın vicdanına en çok hükmeden ve kerametleri en yaygın şekilde anlatılan büyüklerden birisidir. Kendi adına yaptırdığı cami ve külliye Gaziantep’in mukaddes köşelerindendir. Şeyh Fethullah I. Halife Hz. Ebubekir’in soyundandır. Şeyh Fethullah’ın himmeti ve Allah’ın yardımıyla cami ve hamamda her türlü derdin devası bulunduğuna inanılır.

KİLİSELER

Kendirli Kilisesi


Kent merkezinde Atatürk Bulvarı üzerinde, Öğretmenevi bitişiğinde bulunmaktadır. Günümüzde Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi toplantı salonu ve Öğretmenevinin lokali olarak kullanılmaktadır.
Kilisenin ilk yapımı 1860 yılıdır. Gaziantepli Katolik Ermenilerin kilisenin inşasında maddi yönden zorlandıklarından Fransa Kralı III. Napolyon’dan, Fransız misyonerlerinden ve Katolik camiasından maddi destek alınarak yapılmıştır. Daha sonra kullanılmaz hale gelen kilisenin yeniden yapılması için geniş kapsamlı yardım kampanyası düzenlenmiştir. Eski kilise yıkılarak yerine 1898 yılında şimdiki kilisenin inşasına başlanmış, yapımı iki yıl sürmüş ve 1900 yılında büyük bir törenle açılışı yapılmıştır. Kilisenin planı Roma’daki Saint Fransua Kilisesi’nden örnek alınmıştır. Kilise planı Vatikan’dan Papalık Makamından gönderilmiştir.
Kilise geniş bir bahçe içerisinde siyah kesme taştan temel üzerine, beyaz kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı ve kırma çatılıdır. Üç basamakla giriş kapısına ulaşılmaktadır. Kilisenin tabanı kırmızı ve beyaz taşlarla satranç tahtası şeklinde döşenmiştir. İç kısmı dört ayak üzerine çapraz tonozludur. Günümüzde kilisenin ana mekanı betonarme duvarla ikiye bölünmüştür. Apsis kısmı tamirat görerek sahne şekline dönüştürülmüştür. Apsisin karşısındaki kapatılan ana giriş kapısının bulunduğu cepheye balkon eklenmiştir.

Şair Aziz Nerses Kilisesi


Rumkalenin güneyinde yer alan hükümranlık kilisesini 1173’te Şair Aziz Nerses yaptırmıştır. 18. Yüzyılda Rumkale’yi ziyaret eden Richard Peacock bu yapıdan ”Gotik” tarzda küçük ama güzel bir kilise olarak bahsetmiştir.
Doğu-batı doğrultusundaki kilise dikdörtgen planlı, üç nefli ve üç apsislidir. Batısında narteks yer alır. Sadece absisin doğu cephesinin bir bölümü toprak üstündedir. Doğu cephesinin ortasında silmeli çerçevenin iki yanında birbirine benzer kabartmalı levha bulunur. Sol levhada haç ve rumi süslemenin olduğu kabartmanın altında başlarını geriye çevirmiş karşılıklı duran iki aslan, sağ levhada ise iki palmet arasında başını sağa çevirmiş, kanatlarını açmış bir kartal kabartması vardır. Bu kilise İslami dönemde cami olarak kullanılmıştır.

TARİHİ BEDESTENLER

Zincirli Bedesten


Halk arasında “ Kara Basamak Bedesteni” olarak bilinir ve günümüzde et hali olarak kullanılmaktadır. İçinde 80 dükkan bulunan bedestenin beş kapısı bulunmaktadır.Güney kapısındaki dört mısralık kitabenin yazarı kusiri’dir. Biri kuzeyden güneye,diğeri doğudan batıya uzanan ve birbiri ile kesişen iki bölümden meydana gelmektedir. Üstü kapalı ve tek katlı bir yapıdır. İçerisinde 80 işyeri vardır.Daha sonraları üzerine bir kat daha yapılarak Adliye olarak kullanılmışsa da 1957 yılındaki yangında bu bölüm tamamen yok olmuştur.

Share this article :

Yorum Gönder

 
TOP
©. TÜRKİYE -
-